
Turgay Bakırtaş
Unutmayalım ki bir Müslüman için Hz. Muhammed’den (s.a.v.) daha üstün bir rehber, O’nun bize uzattığından daha güçlü bir el yoktur. Ve O’nun dışındaki yıldızlar, yalnızca bizi yine O’na götürdüğü müddetçe değerlidir.
Birçok Anadolu türküsünde ve halk şiirinde karşımıza çıkan “Kervankıran” kelimesinin sözlükteki karşılığında şöyle yazıyor: “Sabahleyin çok parlak göründüğü ve kervancıları yanılttığı için Zühre gezegenine verilen isim; Çoban Yıldızı, Çulpan, Venüs.”
Kelimenin ortaya çıkışına dair çok sayıdaki rivayetin en bilinenlerinden biri şudur: Anadolu’da konaklayan bir kervanın kervanbaşı olan delikanlı, çok özlediği nişanlısına kavuşmak için bir an önce köyüne varmak ister ve kervanı geceden yola çıkarır. Venüs’ü kutup yıldızı zanneden genç kervanbaşı, yönünü ona bakarak saptar. Bu hata sebebiyle rotasından ayrılan kervan büyük bir fırtınaya yakalanıp zarar görür, kervanbaşı da ölür. Parlaklığından dolayı kervanbaşını yanılttığı için bu yıldıza Kervankıran adı verilir.
Peygamber’den uzaklaşma felaketi
Yirminci asrın başından itibaren giderek yaygınlaşan “Yalnızca Kur’ân’ı rehber edinme, onun dışındaki olguları/kaynakları güvenilir olmadıkları için dışlama” anlayışı, tâbi olunan kimi zatlara Hz. Peygamber’den daha fazla değer verme hatası ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i kalben sevip onun sünnetini yaşamama gafleti gibi meseleler, yukarıda zikrettiğim Kervankıran efsanesini hatırlatıyor bana.
Peygamber Efendimiz’i hayatın her alanında takip edilmesi gereken bir rehber olmaktan çıkarmaya çalışmak (yahut bu rehberliğe layığınca uymamak), O’nu “yalnızca Kurân’ı aktarmakla yükümlü” bir elçiye indirgemek, tıpkı hikâyedeki gibi bir felakete sürüklenmemiz anlamına gelecektir. Hâlbuki Peygamber Efendimiz, Hıristiyan teolojisindeki gibi bir “çile figürü”, ümmetinin gelecekteki hata ve günahlarını sırtlanarak bu dünyadan göçmüş sıradan bir fani, Allah’ın sözünü aktarıp işini bitirmiş bir ulak değildir.
‘En iyi ben bilirim!’
Nasıl bir felaketten söz ettiğimi daha iyi açıklamak için Hz. Peygamber’in bir “kutup yıldızı” olarak bizi nereye götürdüğüne, Kervankıran yıldızının ise nereye saptırdığına dair birkaç örnek vermek istiyorum. Benim rehberim, efendim, kutup yıldızım olan Peygamber, “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle” (Buhari, İlim 2) diyerek “adam kayırmanın” önüne aşılmaz bir set çekmiştir. Onun rehberliğinden şaşanlarda ise “Para/makam yabancıya gitmesin, bizden (kendi grubumuzdan/akrabamızdan) birini bulalım” zihniyeti yüzünden hem liyakatli olanın hakkını yeme, hem de ehliyetsiz kişileri toplumda yüceltme davranışı hâsıl olmuştur. Bu tip insanların, yeri geldiğinde İslam adına hareket ediyormuş gibi görünerek, ama buna rağmen “en iyisini ben bilirim” tavrından ödün vermeyerek kendi ahiretine ve sosyal yaşamımıza ne büyük yükler yüklendiği aşikâr.
Yine Peygamber Efendimiz, sözünün emir telakki edildiği zamanlarda bile istişareden vazgeçmemiştir. Öyle ki kadının sözünün yok hükmünde sayıldığı bir toplumsal düzende, başta muhterem hanımları ve kızları olmak üzere birçok kadınla farklı konularda istişarede bulunmuştur (Ebu Davud, Nikâh 24 ve 26). Efendimiz’in sünnetini sadece şekilden ibaret zannedenlerin ve yalnız bu yönden uygulayanların bırakınız kadınlarla, ilim ve erdem sahibi kimselerle bile istişare etmediklerini, hatta çoğu kez Hz. Peygamber’i yok sayanların “emrivaki” tavsiyeleriyle iktifa ettiklerini görüyoruz. Oysa tertemiz insanlar bile zaman zaman hata yapabilir, yanlışa düşebilirler; bu gayet doğal bir haldir. İşte bu yüzden, gündelik işlerimizden tutun da hayati önemdeki kararlara kadar birçok kararda istişare sünnetine sarılmaya, bunu su içmek gibi temel bir alışkanlığa dönüştürmeye ihtiyacımız var.
Bizim Peygamberimiz, aynı zamanda öğretmenimiz, rehberimiz, komutanımız ve liderimizdir. O, bizi sağ salim evimize (doğruya, güzele, iyiye) ulaştıracak kutup yıldızımızdır. O’na sarılarak varamayacağımız hiçbir menzil yoktur.
Bir baba, bir komutan, bir imam
Bir başka örnek: “Gerçek babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.” (Müslim, Birr 106) İçinde bulunduğumuz internet çağında, istesek de kaçamayacak duruma geldiğimiz sosyal medya ağlarının ortasında birçok Müslüman, öfkesini yenmek şöyle dursun, onu olabilecek en “vahşi” biçimde dışa vurmaktan imtina etmiyor. Genellikle de bu tavrını kendi tahayyülünde uydurduğu bir tür cihat kavramıyla savunmaya çalışıyor. Yazılmış yüzlerce siyer kitabını, sayısız ciltler dolusu hadis derlemelerini baştan sona tarasanız, Efendimiz’in öfkesine “yenik düştüğü” tek bir örnek bulamazsınız. Öfkelendiği bile oldukça nadirdir ve genellikle insanları İslam’dan soğutacak davranışlarda bulunanlara yöneliktir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in bu yönünü örnek almayan, sükûnetini ve güler yüzünü muhafaza etmeyen her Müslüman biraz “eksiktir”.
Yukarıdakiler gibi onlarca, hatta yüzlerce örnek daha verilebilir. Hepsinin bizi götüreceği nokta şurasıdır: Bizim Peygamberimiz, aynı zamanda öğretmenimiz, rehberimiz, komutanımız ve liderimizdir. O, bizi sağ salim evimize (doğruya, güzele, iyiye) ulaştıracak kutup yıldızımızdır. O’na sarılarak varamayacağımız hiçbir menzil yoktur. O yalnızca sakal uzatıp sağ elle yiyen, suyu birkaç yudumda içip güzel koku sürünen biri değildi. O ayrıca hanımlarına, çocuklarına, torunlarına sevecenlikle yaklaşan bir eş ve baba, inancı ve soyu ne olursa olsun herkesin güvenini kazanmış emin bir tüccar, zalim düşmanlarına bile eziyet edilmesini haram kılacak kadar merhametli bir komutan, hiç kimsenin görüşünü küçük görmeyen ve halkıyla istişare eden bir devlet lideri, belki cemaatin içinde hasta ya da meşgul olanlar vardır diye namazı hafif tutan ince düşünceli bir imam, hastası ya da cenazesi olanı muhakkak ziyaret edip onların gönüllerini ferahlatan sadık bir komşu, neyi varsa fakirlerle ve muhtaçlarla paylaşan cömertlik timsali bir peygamberdi.
İşte tüm bunlardan dolayıdır ki ancak O’na ulaşabildiğimiz ölçüde Allah’ın rahmet ve merhametine gerçekten layık olabiliriz. Unutmayalım ki bir Müslüman için Hz. Muhammed (s.a.v.)’den daha üstün bir rehber, O’nun bize uzattığından daha güçlü bir el yoktur. Ve O’nun dışındaki yıldızlar, yalnızca bizi yine O’na götürdüğü müddetçe değerlidir.