Cumhuriyet döneminin tek parti yıllarında eğitim alanında en önemli yatırım hiç kuşkusuz Köy Enstitülerinin kurulmasıdır. Bu müesseseler 1940 yılında kurulmuştur. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel, eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’ un ortak çalışmaları sonucu yurdun yirmi beldesinde Köy Enstitüleri açıldı.
Adından da anlaşılabileceği gibi Köy Enstitüleri köy hayatına yönelik bir projeydi. O zamanlar nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyordu ve okuma yazma bilenlerin oranı oldukça düşüktü. Bu amaçla Köy Enstitüleri yetenekli köy çocuklarını bünyesine alarak onlardan köy öğretmeni yetiştirmeyi amaçlıyordu. Beşeri bilimlerin yanı sıra (din dersi hariç) köy insanının rutin hayatta karşılaşabileceği alanlarda iş yapabilmesi için bilgiler veriliyordu. (Marangozluk, rençberlik, dülgerlik vb.) Yetişen öğretmenler köylerine giderek; köyünde söz sahibi olacak ve oralarda sistemin savunucusu olacaklardı. Bir anlamda bu proje ile köylünün köyünden ayrılmaması sağlanacaktı.
2. Dünya Savaşı yıllarında revaçta olan Köy Enstitüleri savaşın son zamanlarında sarsıntılara maruz kaldı. Hem halkın bu müesseselerden duyduğu rahatsızlık hem de Milli Şef İnönü’ nün ABD ile yakınlaşması ve ABD’nin bu müesseseleri soğuk karşılaması, sanayileşmenin yükselişe geçmesi sarsıntıların temelini oluşturuyordu. Bu müesseseler çevresinde gelişen tartışmalar ciddi boyutlara varacak ve 1954 yılında Demokrat Parti iktidarı döneminde kapanacaktı.
Köy Enstitülerinden yetişen kuşaklar ile resmi ideolojinin savunucuları bu olayı bir karşı devrim başlangıcı kabul etmekteler. (Aradan 60 yıl geçse de bu anlayış sürmektedir.) Bu zihniyete göre Türkiye’nin kalkınma modeli olan enstitüleri yok edilerek Türkiye’ de aydınlanma hareketi baltalanmış dolayısıyla ülkenin çağdaşlaşmasının önüne set çekilmiştir.
Oysa bu zihniyetin hiç görmediği (ya da görmek istemediği) tarihi veriler var. Öncelikle hiçbir toplumda kalkınma köylerden başlamamıştır. (Fransız İhtilali bir kentli hareketidir.) Şehirleşmeye aksi olarak köylüleşme bir kalkınma modeli olamaz. Hiçbir zamanda ol(a)mayacaktır. Köy insanı köye hapsedilerek toplumsal kalkınma ancak ve ancak çağlar öncesinde gördüğümüz kabile toplumlarına özgü olabilir belki. Nitekim Köy Enstitüsü mensupları değişik zamanlarda Marksizm suçlamasına maruz kalmış; buna binaen de Marksizm kimileri tarafından bir köylülük ideolojisi olarak algılana gelmiştir.
Buna rağmen belirtmeliyiz ki; Köy Enstitülerinin oluşturduğu dalga bir dönem toplumu ciddi biçimde etkisi altına almış hatta Köy Enstitülerinden bir yazar kuşağı bile çıkmıştır. Ama bu etki bir nev’i moda olmaktan öte gidememiştir. Bugün küçük bir azınlık dışında Köy Enstitülerini savunan kalmamıştır. Çok seneler geçse de hala Köy Enstitülerin geri kurulacağını hayal edenleri görüyoruz. Hala faaliyet göstermeye çalışan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği bu zihniyetin tipik bir örneği… İşin garip tarafı ise bu kesimler kendileri gibi düşünmeyenlere gerici yaftasını yapıştırması. Yarım asrı da aşan bir zaman ötesinde tarihe karışmış bugün tamamen anakronikleşmiş olan enstitüleri savunmak nasıl bir ilericilik tezahürüdür anlamak imkansız.
Beğenelim, beğenmeyelim günümüzde Türk toplumu azımsanmayacak ölçüde şehirli hayata (lümpenlikten ne kadar kurtulamasa da)geçmiş ve kapitalist sisteme ayak uydurabilecek bir ekonomik seviyeyi yakalamıştır. İyi ya da kötü 70 yıl önceki ilkel (köylü) toplum yapısı artık zayıflamıştır.
Yani ki Köy Enstitüleri de köycülük de bir devrimin alt yapısını oluşturamamış ve tarihe karışmış ilkel projelerdir. Bu projeler ancak kentleşmeye geçememiş durağan toplumlarda hayata geçirilebilirdi. Nitekim öyle de olmuştu. Hala bu özlemle yanıp tutuşanlar ise derhal bir kabile toplumu oluşturmak için (onların ilericilik olarak anladıkları gerici) çalışmalara başlamalılar. Zaten geçen gün bu minvalde bir üniversitede etkinlik yapıldığını duyduk. Belki bu hayalleri gerçekleşebilir. Ne de olsa bir hay¬-al’dir!