“Olgunluk, insanın oyundaki ciddiyetine geri dönmesidir.” / Nietzsche
Geçtiğimiz aylarda Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, geleneksel toplumlar yaşlanma sürecini modern toplumlardan daha olumlu bir bakış açısıyla değerlendirmektedirler.
Cornell Üniversitesi Ekoloji Bölümü profesörlerinden Corinna Löckenhoff, söz konusu çalışmanın yaşlılıkla ilgili modern ve geleneksel toplumları mercek altına alan ilk bilimsel araştırma olduğunu belirtti. Katılımcılara, önce bir insanın gençlik resmi ve sonra da dijital ortamda yaşlanmış hali gösterilerek düşüncelerini ölçen sorular soruldu: Sizce hangi resimdeki kişinin fikrine daha çok saygı duyulabilir, kim daha çok hayatından memnun olabilir, hangisinin hafızası daha kuvvetlidir, kim daha hikmetli düşünebilir gibi.
Soruları cevaplayan Tsimane Amazon Kabilesi’ndeki çiftçiler, yaşlıların daha iyi bir hafızaya sahip olduğunu belirtirken, Polonya ve Amerika’dan soruları cevaplandıran katılımcılar ise hafıza konusunda gençleri seçtiler. Yaşlılar, tüm kültürler içinde saygıyı hak eden ve hikmet sahibi olanlar diye kabul edilirken, genelde katılımcıların hepsi yaşlılığı, erkek ve kadın için zarar verici bir süreç olarak değerlendirdiler. Sanayileşmiş toplumların aksine, Amazon kabilelerinin yaşlıların hafızasını daha güvenilir olarak kabul etmeleri üzerine Prof. Löckenhoff, geleneksel toplumlardaki farklı bakış açısının sebebini şöyle açıkladı: ‘‘Modern toplumlarda, yaşlılar vasıtasıyla muhafaza edilen kültür ve bilgi birikimini oluşturan sözlü gelenek artık rağbet görmezken, geleneksel toplumlarda ise tecrübe ile kazanılmış bilgiye değer verilmektedir.”
Ayrıca yaşlılarla ilgili, hafızası zayıf ve unutkan gibi kolayca yaygınlaşan peşin hükümlerin onları olumsuz etkilediği ve psikolojik açıdan engellediği belirtilerek, geleneksel toplumlardaki incelemelerin devam etmesi gerektiği vurgulandı.
Kızılderili araştırmalarıyla tanınan akademisyen Stanley Knick, geleneksel ve modern toplumların farkını ortaya koyarken her kültür için kelimelerin taşıdığı anlamlara dikkat çeker. Geleneksel toplumlarda insanlar aile, akraba ve kabile gibi insani münasebetler ile var olurken, modern toplumlarda insanlar için makineleşme, gelişme ve güç trendleri ön plandadır. Buna göre “zaman” kavramını ele aldığımızda, algı farkını anlamamız kolaylaşır. Geleneksel toplumlarda zaman, meydana gelen olaylarla anlam kazanırken; modern toplumlarda olaylar, saatin belirlenmiş ölçüsü ile meydana gelirler. Hatırlıyorum da, rahmetli dedeme ne zaman doğduğu sorulduğunda, “ekinler sararırken” diye cevap verirdi. Çünkü bu bakış açısı, var olduğu dünyanın bütünlüğü ile anlamlıydı.
Tüm yatırımların değişime yapıldığı ve hızın kutsandığı modern zamanlarda, yaşlanmanın “out” görülmesi elbette kaçınılmaz olacaktır. Uluslararası fotoğrafçı Marina Abromoviç, sanatın teknoloji ile münasebetinin özgürleştirici mi sınırlandırıcı mı olduğu kendisine sorulduğunda şöyle cevap verir: “Dijital fotoğrafçılık başlı başına değer düşüren bir şey. Programlar fotoğrafları gerçeklikten çıkacak şekilde mükemmel hale getiriyor. Resimler o kadar kusursuz oluyor ki benim için sıradanlaşıyorlar.” Oysa yaşanan ve doğal olandır gerçek olan!
Yaşı ilerledikçe insan kıdem kazanır ve rütbesi artar. İşe yaramaz değil aksine bir başvuru kaynağı haline gelir. Çünkü bilgisayara yüklenen bilgilerden farklı olarak o tecrübeler hayatın içinden alınmıştır. Yaşlandıkça yavaşlar insanoğlu. Çabalarının anlamını damla damla süzer zihninde ve duygular daha rafine bir hâl alır. Hayat bir örgü gibi artık ters tarafından da görünür hale gelir, hangi ilmek nereye atılmış ya da nerede yanlış bağlanmış...
İnsanoğlu doğumundan ölümüne kadar yeryüzünde her daim şerefli bir varlıktır ve halifelik görevindedir. Yaşlılar insanlığın denge unsuru ve canlı tarihidir. Hayatın dışında bırakılmaları bulundukları toplumun devir daimini aksatır ve gençlerin daha problemli olmasına sebep olur. Yaşlısı olmayanın genci de olmaz.
(19 Ekim 2015, Cornell Üniversitesi, Corinna Löckenhoff, Gerontology: Psychological Science Dergisi, www.sciencedaily.com)