
İnsanlar, sevdiğine sevgisiyle zarar veriyor bilmeden. Niçin sevdiğini bilse de nasıl sevmesi gerektiğinin bilincinde olmalı herkes. Kendisi severken bu başkalarının nefretine yol açmamalı en azından.
Şehirler arası yolculuk yapmak üzere şehir terminaline gidiyorum. Uğultular var. Yaklaştıkça anlaşılıyor ki asker uğurlanıyor. Otobüse binip koltuğuma oturduğumda, penceremden daha rahat görünüyor manzara. Askeri havaya atıyorlar, ağzında bebekliğinden kalma emziği, omzunda ay yıldızlı, kenarı işlemeli al bayrağı. Oğlunu yukarı atan arkadaşlarına içten içe “yavaş oğlum, düşüreceksiniz kınalı kuzumu” diyor ana. Aman bir şey olmasın diye dua ediyor, belli. Öyle güzel süzüyor ki, hayranlıkla izliyorum. Gözlerim doluyor.
Merasim biter gibi oluyor ama asıl merasim şimdi başlıyor. Veda vakti gelince, az evvel “en büyük asker bizim asker” deyip, asker adayına şen şatır şakalar yapan dostlarını bile bir garip hüzün sarıveriyor. Önce akrabalarla vedalaşıyor asker, sonra can dostlarıyla... En yakın dostunu biraz uzun sarmalıyor, gözler nemleniyor hafif hafif. Babasına sarılırken birkaç damla düşüyor. Ellerini ikişer defa öpüyor babasının.
Sıra kendisine gelene kadar çoktan sırılsıklam olmuş yazmasının ucu. O birkaç dakikada ne senaryolar yazdı kim bilir, en kıymetlisi ile ilgili. Ana ki vatan gibidir. Bir vatandan bir vatana uğurluyor oğlunu. Fakat ana ocağında sıcak sudan soğuk suya değmeyen eller, asker ocağında ne silahlar tutacak.
O an geliyor. Öyle bir an ki, bir ömür hatırımdan çıkmayacak belki de. Az önce terminali inleten sloganlar, şimdi kurşun gibi bir sessizliğe dönüşüyor. Ve ana, öyle bir nazarla bakıyor ki evladına, memleketin haline bakar gibi... Oğluna baktıkça memleketi görüyor. Şişkin göz torbalarının üzerinden, ıslak kirpiklerinin arasından, titreyen göz bebekleriyle yavrum diye feryat ediyor. Her televizyonu açtığında, o gece uykularını kaçıran şehit cenazeleri geçiyor yine gözlerinin önünden. Her damlasına binlerce duanın sığdığı gözyaşları ile uğurluyor oğlunu, bilmem hangi kışlaya. Korkuyor, meçhule gidiyor oğlu. Pişman değil, dönmezse Allah’a varır çünkü...
En uzun veda kucaklaşmasını hakkıyla anlatamadım biliyorum. Her şey öyle kolay anlatılmıyor zaten. Fakat memleket derdi olan anlamıştır anlatmak istediğimi. Ana olan da anlamıştır. Hatta asker uğurlayanın sol yanına ince bir sızı inmiştir bile çoktan.
Pek müteessir olduğum bu hadiseye rastladıktan bir gün sonra, vardığım şehirde bir akşam vakti kornalar yükseliyor mahallelerde. Sloganlar, serzenişler... Şehir merkezinde ikamet ettiğimiz için konvoy sık sık bizim oradan geçiyor. Sesler daha net duyuluyor. Manzara daha net görünüyor. Her konvoy geçişinde pencereye çıkıyorum.
Beyaz renkli, egzozundan patlama sesi gelen, yere yakın bir otomobil gözüme çarpıyor. Arka camlarına oturmuş gençlerden birinin elinde, beyaz sert kartonun üzerine siyah keçeli kalemle bir yazı yazılmış kalınca... Yazının iki yanında da ay-yıldız var. İki ay-yıldızın arasında sevgi ve nefreti kendinde cem eden o söz: ‘‘Ya Sev Ya Terk Et!’’... O yazıya takılıp kalıyorum. Tek takıldığım şey bu olmuyor aslında. Kornalar eşliğinde atılan sloganların arasına serpiştirilmiş küfürler de sarsıyor insanı.
Memleket sevgisinin yahut ihanete karşı duyulan nefretin ölçüsü olmalı bence... İnsanlar, sevdiğine sevgisiyle zarar veriyor bilmeden. Niçin sevdiğini bilse de nasıl sevmesi gerektiğinin bilincinde olmalı herkes. Kendisi severken bu başkalarının nefretine yol açmamalı en azından. Memleket, her kültürden insanı bünyesinde birleştirdikçe bereket bulur. Ayrışmaların aşırılaştığı memleketler ise üzerinde nefes alınıp verilen bir toprak parçasından ibaret olur yalnız.
Seven sevdiği topraklarda ömür sürerken, terk et sözünü olur olmaz kullanmak dertsizliktir. Belki sevmenin künhüne varmıştır bu sözü sarf edenler. Fakat sevmek yetmiyor demek ki. Dertlenmek de lazım. Sevmek kadar sevdirmek, dertlenmek kadar dertlendirmek de gerek. Belki bu düstur sayesinde diner acı. Sevmeye mecbur bırakılan, aksi takdirde terk et gibi bir teklifle karşı karşıya olan kişi sevebilir mi memleketi? Zor... O zaman teklifimizi gözden geçirir ve şöyle değiştirirsek belki bir nebze olsun orta yolu buluruz: "Ya Sev Ya Dert Et!"