Paris’teki terör saldırısının ardından bütün Avrupa’yı korku sarmış durumda. Hemen hemen tüm Batı ülkelerinde inanılmaz bir endişe hâkim. Sınırlar kapatılıyor, olağanüstü hâller ilan ediliyor, güvenlik güçlerine şüpheli gördüğü herkesi “vur” emri veriliyor. Bu süreçte başta mülteciler olmak üzere Avrupa’daki Müslümanlara yönelik faşizan yaklaşımlar had safhaya varmış durumda. Müslümanlara gece 20.00’den sonra sokağa çıkma yasağı getirilmesinden tutun da, Danimarkalı milletvekili Soren Espersen’in dile getirdiği gibi; “Artık DAİŞ’i vurmalıyız. Kadın ve çocukların arkalarına saklanıyorlar ve bizim centilmen olduğumuzu bildikleri için öyle hareket ediyorlar. Bundan sonra kadın, çoluk çocuk demeden hepsini beraber bombalayalım, nasıl olsa o kadınlar da sistemin içindeler.” şeklinde akıl almaz faşizan öneriler silsilesi dünyanın çok daha karanlık günlere doğru sürüklendiğini gösteriyor.
DAİŞ’in yeni stratejisinin savaşı Batı’ya taşımak olduğunun göz önüne alındığında, bu Batı’daki Müslümanlar açısından da daha zor günler kapıda demek. Batı’daki Müslümanlara yönelik baskılar, faşizan politikalar ise DAİŞ gibi terör örgütlerinin saflarını genişletmesi anlamına geliyor. Örgütün, Irak ve Suriye’de alan kazanmasının en önemli nedeni Sünnilere yönelik faşizan uygulamalar, zulümler, dışlanmışlık ve haksızlık değil miydi? Batı’nın İslam düşmanlığını körükleyen faşizan uygulamalara daha çok yönelmesi, sadece Batı’daki Müslümanların değil kendi halklarının da huzurlarını kaçıracak.