
Milletlerin inancı deyimlerine gömülmüş vaziyettedir. Nesilden nesile aktarılan fikirler ve değerler manzumesidir milletlerin deyimleri. Türk milletinin asırlarca İslam’la yoğrula yoğrula beyan ettiği deyimlerin her biri birbirinden kıymetli ve hikmetlidir.
Bu hikmet sözlerinden biri de “haddini bil”dir. Çok defa kızgınlıkla söylediğimiz bu deyimin hakikatini düşünmeden geçeriz. Hâlbuki kelime-be-kelime deyimimizi tahlil etsek önümüzde daha geniş bir ufuk açılmaktadır. Dinimiz İslam’da “hadd” pek âlâ önemlidir. Türkçesi sınırdır. Deyimde geçen “bil” emrinden anlıyoruz ki bizim için çizilmiş olan; fakat bizim gafletimizden dolayı bilemeyebileceğimiz bir sınır vardır. Bu hadd yahut sınır elbette Kur’an-ı Kerim, sünnet ve sahabenin hayatı ile bize çizilmiştir. Demek ki kızgınlıkla karşımızdakine söylediğimiz yahut bir densizlik yaptığımızda bize söylenen “haddini bil!” deyiminden kasıt “kitabını bil, sünnetini bil, sahabeni bil” yani “dinini bil”dir. İfadeyi bundan sonra böyle anlamayı deneyelim. Konuşurken öylesine değil, şuurla söylediğimizin farkına varacağız.
Dillerde Mırıldanılan İlahiler
Ali Ulvi Kurucu
Dillere pelesenk olan ilahiler vardır. Dinlerken kalpleri titreten bu aşk dolu sözlerin kimin tarafından yazıldığını bilmeyiz. Öyle güçlü sözlerdir ki bunlar bütün kalpleri titrettiğinden herkes sahiplenmiştir onları. Çok kere okuduğumuz, dinlediğimiz; ancak kime ait olduğunu düşünmediğimiz ilahilerden birisinin de Üstad Ali Ulvi Kurucu’ya ait olduğunu, Hatıraları’ndan öğrendim: Sevdim seni, mabuduma canan diye sevdim / Bir ben değil âlem sana hayran diye sevdim.
Mısraları okurken Kosova’nın Prizren şehrinde Melamiler Tekkesi’nde Kosova’lı aşıklarla beraber söylediğimiz ilahiler aklıma geldi. O ilahilerden biri de bu idi. Nasıl beliğ sözler, ki bunlar Medine’de yazılıyor, Kosova’daki tekkelerde söyleniyor. İnsana verilmiş olan söz kuvveti ne büyük bir nimet.
Zaman ve Mekânı Unutma
Üstad Ali Ulvi Kurucu, hatıralarında meşhur Fransız muharrir ve münekkidi Anatole France’dan alıntı yaparak şöyle diyor: “Herhangi bir hadisenin değerlendirilmesi, onun gerçekleştiği zaman ve şartlar içinde yapılmalıdır”. Daha sonra Ali Fuad Başgil Hoca’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in, Nureddin Topçu’nun, Mahir İz Hoca’nın, Ali Nihad Tarlan Hoca’nın öncü rollerinden ve kendi yaşadıkları zaman şartları içinde ne kadar önemli roller üstlendiklerinden kısa kısa bahisler açıyor. Bu husus bizim de üzerinde esaslı bir şekilde durmamız gereken bir meseledir. Gerek milletimize mâl olmuş tarihi şahsiyetleri gerek dostlarımızı yargılarken zaman ve mekan şartlarını çok kere göz önünde bulundurmuyoruz. Hâlbuki düşünsek, hakkında hüküm verdiğimiz o şahıs kendi zamanının ve mekânının şartları içinde derece bakımından çok yüksek hizmetlerde bulunmuş olabilir.
En Basit Söz En Güzel Söz
Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıralar’ında şiire ve şairliğe dair harika paragraflar mevcut. Onlardan biri de edebiyatımızda sehl-i mümteni tabirinin açıklamasının yapıldığı paragraf. Üstad, bu sanatın en güzel tarifini Cenap Şehâbeddin’de bulduğunu söylüyor. Cenap Şehâbeddin sehl-i mümteniyi şu dört kelime ile tarif ediyor: A’zamî basâtet içinde a’zamî güzellik. Yani söylenen yahut yazılan bir söz mümkün olduğu kadar basit ve mümkün olduğu kadar güzel olmalıdır. Bir anlamda güzellik basitlikte gizlenmiştir. Hayran olduğumuz sözlerin çoğu basit sözlerdir. Öyle sözler, ki okuduğumuzda çok basit, istesek biz de yazabilirmişiz gibi gelir. Ancak iş yazmaya gelince günlerce uğraşsak da yazamayız. İşte bunun adı edebiyatta sehl-i mümteni. Aklımıza gelen en büyük ustaları ise Yunus Emre, Mehmet Akif ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri. Ali Ulvi Kurucu Üstad, bu sanata örnek olarak Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden şu güzel mısraları paylaşıyor. Biz de paylaşalım, güzellik çoğalsın:
Deme bu niçin böyle
Yerindedir o öyle
Bak sonuna sabr eyle
Mevlâm görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hak şerleri hayr eyler
Ârif onu seyr eyler
Mevlâm görelim neyler
Neylerse güzel eyler.