İnsan, hayır yolunda öncelikle kendisiyle yarışmalıdır; bugününü, dünün hayırlarından daha fazlasıyla doldurmaya bakmalıdır. Nefes nefes, hayırlarla ömrü bereketlendirme niyet ve azmi ne büyük bir ufuktur.
Hayat, her bir insan için bir çaba ve koşuşturmadır. Herkes, içinde taşıdığı Rahmânî, fıtrî, şeytânî, nefsânî bir duygu, niyet, hayal, temenni veya bir düşünce ve mefkûre uğruna koşar da koşar. Ayakta kalmak, kazanmak, yükselmek, itibar elde etmek gibi daha nice hususlar vardır ki, sonuç almak için elbette koşmak, koşuşturmak gerekmektedir. Rabbimizin hayata koyduğu kanun budur:
“Doğrusu insanın sa’yinden (çalışıp çabalamasından, koşuşturmasından) başkası kendinin değildir.” (Necm Sûresi, 39)
Kâinatta zerrelerden kürelere kadar hemen her şey fark edilsin ya da edilmesin, bir hareket halindedir. Esasen âtıl hiçbir şey yok denilse yeridir. İnsan da bu büyük fotoğrafın içinde irâdî olmayan yönleri itibariyle aynı kanuna tabidir. Ancak ondan beklenen bir başka hareket daha vardır ki, o da irâdî olarak yani isteyerek Allah’ın rızası uğruna belli bir gayrete soyunmaktır. Rabbimiz, bütün kullarına bu anlamda şöyle şerefli bir hedef ortaya koyar:
“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Hadîd Sûresi, 21)
Bu büyük hedefe erişme adına neler yapılması gerektiğine dair de çok genel bir çerçeve sunar:
“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Bakara Sûresi, 148)
“Hayır işlerinde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.”(Mâide Sûresi, 48)
“Hayırlı amel” denildiği zaman, herkesin bir şekilde ulaşmak istediği, adâlet, fazilet ve faydalı görülen her bir şey kastedilir. Diğer bir ifadeyle şer-i şerif tarafından yasaklanmayan ve mahlûkâtın faydalanabileceği hemen her şey “hayır” kapsamında değerlendirilir.
İşte Rabbimiz, hayrın çerçevesini sınırlandırmamış ve her bir kulunun, idrâki, istidâdı imkânı ve kapasitesi ölçüsünde, gönlüne güzel gelen ve yapılması gerektiğine inandığı her çeşit hayrı gerçekleştirmek için büyük bir gayrete soyunmasını istemiştir. Bu mânâda herkes, gönlündeki niyet, hâl ve marifete göre, Kur’an ve Sünnet ölçüleri içerisinde, Rabbiyle özel bir bağ oluşturabilir. Bu gibi halleri sebebiyle hiçbir kul ayıplanıp yadırganamaz. Kimilerine gece ibâdeti sevdirilir; kimilerine açlık, az yemek ve oruç sevdirilir; kimilerine gece gündüz Kur’an okumak sevdirilir; kimilerine Müslümanların hizmetine koşmak sevdirilir; kimilerine de tefekkür ve irfân sofrası ikram edilir. Hulâsa selef-i sâlihînin ifade ettiği gibi “Allah’a giden yollar, mahlukâtın nefesleri sayısıncadır.” Herkesi bir yola sevketmek, sünnetullâhtan gâfil olmak demektir. Kimin gönlüne ne sevdirildi ise o ona kolaylaştırılacaktır. Kendi amelini ve hâlini üstün görüp, ibâdullâhı istihkâra yönelmek, irfân yoksulu olmanın nişânıdır. Bu itibarla hayrın büyüğüne küçüğüne bakılmaksızın her birini büyük bilmek gerekir. Zira Rabbin rızasına vesile olan hiçbir şey asla küçük görülemez. Nitekim Allah Resûlü –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu sırra dikkat çekerek buyurmuşlardır ki:
“Her iyilik bir sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman ve kovandan kardeşinin kabına su boşaltman bile iyilikten sayılır.” (Tirmizî, Birr, 45/1970)
Rabbimiz “Hayırlara koşun” buyurmak suretiyle kullarının “hayır avcıları” olmasını murâd etmektedir. Bir hayırla yetinmemek, gönlümüze düşen her bir güzelliği hayata geçirme adına niyet ve azme sahip olmak önemlidir. “Madem ki gönle düşmüştür; öyleyse bu hayrın hayata geçmesinde bana bir nasip vardır” düşüncesiyle ve ümidiyle yola çıkana, o güzelliği gönle düşüren Mevlâmızın yardım ve inâyeti yetişecektir. Zira zaman fukaralığı gönül darlığının eseridir. Bir ârifimizin ifâdesiyle “Rabbimiz niyete göre zaman içinde zaman yaratır.” İmkânı yaratanı görmeden, ufkumuzun mevcut imkânımız kadar olması, Allah’a değil, henüz sadece kendimize güvenip dayandığımızın da bir işâreti olabilir. Elbette hayallerin ve temennilerin peşine düşüp perişan olmamalı; ancak kavî bir îman, sağlam bir irade ve yüksek azimle yola çıkılınca da Rabbimizin nice nice fırsat ve imkân pencereleri açabileceğini asla unutmamalıdır.
Yeryüzünde koşanlar, koşuşturanlar, çoğu zaman ne yazık ki hayırda değil, şerde ve fesatta yarışırlar. İnkârcıların, münafıkların ve dünyaperestlerin temel vasfı budur. Böyleleri kendi menfaatleri uğruna âlemi ateşe veren en zararlı mahlûklardır.
İnsan, hayır yolunda öncelikle kendisiyle yarışmalıdır; bugününü, dünün hayırlarından daha fazlasıyla doldurmaya bakmalıdır. Nefes nefes, hayırlarla ömrü bereketlendirme niyet ve azmi ne büyük bir ufuktur.
Hayırda başkalarıyla yarışmak, haset ateşine düşmeden ve diğer hayır sahiplerine karşı kinlenmeden gerçekleşebildiği sürece ne güzel bir yarıştır. Herkes bir şey için yarışır şu âlemde. Rabbimiz ise kullarının hayırları gerçekleştirmede yarış içine girmelerini ister.
Hayırda acele etmek de son derece önemli bir husustur. Onu hayata geçirmek için yürümek değil, koşmak emredilmiştir. Hem de muhabbetle ve şevkle. Zira gönle düşen hayır duygularının düşmanları çoktur. Şeytan ve nefis el ele verip, içimize doğan bu hayır ışığını söndürme adına hemen ciddi bir gayrete soyunacaklardır. Onlara fırsat vermeden, ertelemeden, ağırdan almadan, mazeret üretmeden, niyeti bozmadan harekete geçebilmelidir. Zira “şimdi değil, az sonra” duygusu, “bugün değil yarın” düşüncesi hayırdan mahrumiyet sebebidir.
Hayrı hayata geçirme adına birlik olmak, cemaat olmak, devlet olmak, millet olmak ve nihâyet ümmet olmak gerekir. Büyük hayırlar, ancak böyle hayat bulabilir. Yeryüzünü imarla sorumlu tutulan müminlerin, tek tek hareket ederek yeryüzünden fitne ve fesâdı defetmeleri mümkün değildir. Durum böyle olunca, hayrı büyütmek için organize bir yapı kurmanın derdini çekmek ve bu uğurda gayret göstermek de her müminin yeryüzü hilâfet sorumluluğunun tabii bir gereğidir.
Hayrın küçüğünü de ihmâl etmemekle beraber, hayır işlerinde de büyük düşünmek basiret, firâset ve dirâyet meselesidir. Hayrın bir kişiye ulaşması ile binlerce kişiye ulaşıyor olması elbette aynı değildir. Yine hayrın sadece bugüne faydası dokunanı ile yarınlara ve hatta kıyâmete kadar bereketleneni elbette müsâvi değildir. Sistemi adâlet üzere tanzim etmek, elbette tek bir kişiye âdil davranmak gibi değildir. Yine bir insanın karnını doyurmakla, o insana karnını doyuracak, iş, beceri ve meslek kazandırmak hayrın getireceği ecir bakımından eşit olmayacaktır.
Yeryüzünde koşanlar, koşuşturanlar, çoğu zaman ne yazık ki hayırda değil, şerde ve fesatta yarışırlar. İnkârcıların, münafıkların ve dünyaperestlerin temel vasfı budur. Böyleleri kendi menfaatleri uğruna âlemi ateşe veren en zararlı mahlûklardır.
Evet, koşmalı, koşuşturmalı; ama boş, bâtıl, fitne ve fesada sebebiyet veren hedefler için değil, âlemi hayırla ve güzelliklerle dolduracak ulvî gayeler için olmalı.