
Hazret-i Mevlânâ insanın gençlik, zindelik ve dinçlik mevsimleri ile, ardındaki sürprizler cümbüşünü ve gel-geç mâcerâlarını şu misâllerle anlatır:
“Sen, ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayrân olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış hâline ve soğukluğuna bak!”
“Şafak vaktinde güzel güneşin doğuşunu görünce, gurûb zamanı, onun ölümü demek olan batışını hatırla!”
“Bu hoş çardakta -yâni mehtâblı bir gecede- bedir hâlindeki Kamer’in letâfetini görürsün; O’nun bir de ay sonlarında uğradığı zaaf ve bedir hâline olan hasretini düşün!”
“İnsan da aynı bu macerayı yaşar. Kemâli ve cemâli, zevâle mahkûmdur.”
“Güzel bir çocuk; bakarsın, güzelliği ile halkın sevgilisi olmuştur. Bir müddet sonra, ihtiyar bir bunak hâline gelir ve halka rezîl olur!”
“Eğer gümüş tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak!”
“Ey yağlı-ballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen! Kalk helâya git de, onların âkıbetini orada gör!”
“Pisliğe de ki: Senin o güzelliğin, tabak içindeki zevk ü letâfetin ve güzel kokun nerede`”
“Cevâben der ki: O saydığın şeyler gonca idi. Ben de kurulmuş bir tuzaktım. Sen gelip tuzağa düşünce, gonca eridi, soldu ve cürûfa döndü.”
“Ustaları hayran bırakan öyle mahâretli eller vardır ki, sonunda titrek olmuştur.”
“Keza cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çipil olmuş ve suları akmaya başlamış bir hâlde görürsün!”
“Keza arslanların safında giden arslan gibi yiğit bir er, gün gelir fare gibi âciz birine mağlûb olur.”
“Keza üstün kâbiliyetli bir sanatkârı, sonunda acze bürünmüş bir zavallı gibi işe yaramaz bir hâlde görürsün!”
“Keza, akılları baştan alan misk kokulu ve kıvırcık bir zülf, ihtiyarlıkta, kır merkebin kuyruğu gibi çirkinleşir!”
“Bütün bunca şeylerin ilk ve letâfetli hâllerine bak! Sonra da onların nasıl pörsüdüklerini ve ne hâllere girmiş olduklarını gör!”
“Çünkü bu âlem, sana tuzağını kurmuş ve o vâsıta ile nice ham ervâhı aldatıp perîşân etmiştir.”
“Böylece âlemin her cüz’ünü say ve evvelki hâliyle sonraki hâlini göz önüne getir!”
“Her kim ki, nefsin esiri olmaktan ve mecazlara (gölgelere) aldanmaktan kurtulmuş ise, Allâh’a o kadar yakındır.”
“Güzelliği ile iftihâr eden, ay gibi parlak olan her güzelin yüzüne bak! Fakat, evvelini gördükten sonra sonuna da nazar et ki, şeytan gibi tek gözlü, yâni bir şeyin dünya tarafını görüp âhiret tarafını görememek ahmaklığına düşmeyesin...”
“Şeytan, Âdem’in çamurunu gördü; yüceliğini göremedi. Bu dünyaya âit olan çamuru seyretti. Fakat öteki âleme âit olan mâneviyâtına âmâ oldu. Şeytanın bilemediği taraf, insanın Hakk’ın halîfesi (halîfetullâh) olmasıdır.”
“Ey insan, dünyadan birbirine zıt iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almaya istîdâtlı`..”
“O seslerden biri Allâh’a yaklaşanların hâli, diğeri ise aldananların hâlidir.”
“Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile!..”
“Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı âdetâ kör ve sağır olur.”
“Ey sâlik; aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binanın harâbe hâline geleceğini düşün de aynadaki yalana aldanma!..”
“Ne mutlu o kimseye ki, Hak erlerinin duydukları sesi önceden işitti.”