Avrupa’ya sığınmak isteyen mültecilere yönelik muameleler bugünlerde mültecilerin durumunun epeyce tartışılmasına yol açtı. Mesele sadece Avrupa ile sınırlı değil tabi. Geçtiğimiz hafta Bodrum’dan Yunanistan’a geçmek isterken deniz faciasında hayatını kaybeden bununla beraber kıyıda görüntülenen çocuk cesetlerinin ardından tepkilerin daha bir sertleşti.
Mültecilerin durumu ilk başta siyasi bir sorun gibi görünse de büyüyerek başka tartışmaların konusu oldu. Avrupa ülkelerine sığınmak isteyen mültecilere kapılarını kapatırken dini mazeretler ileri sürdü. Mültecilerin girmeyi başardığı kimi ülkelerde onlara karşı saldırılar düzenlendi. Kimileri riskli deniz yolculuğunda kimileri sağlık problemlerinden ötürü hayatını kaybetti.
Türkiye iki yıl önce kapısına gelen Suriyeli mültecilere kapılarını açarken bugün mülteci nüfusu Orta Doğu’dan Avrupa’ya kadar bir mesafe kaplamış. Türkiye ile birlikte mültecilere kapılarını açan diğer bir ülke de Almanya oldu. Almanya Başbakanı Angela Merkel Berlin’ de mülteci kabul merkezini ziyaret etti. ABD Başkanı Barack Obama ise ülkelerine 10 bin mülteciyi kabul edeceklerini belirtti. Bunun yanında Macaristan mültecileri ülkeye sokmamak için Sırbistan sınırını çitle çevirdi; onlara tasvip edilmeyecek davranışlarda bulundu.
Bu tabloya bakarak Avrupa’nın ikiyüzlü bir tarafını da görüyoruz. Ayrımcı söylemler, mültecilere yönelik çıkarılan sert yasalar vb. İstisnalar bir tarafta dursun kimisinin olumsuz tavrı kimisinin bir çıt çıkarmayışı insan haklarına saygıyı yıllardır dilinden düşürmeyen Avrupa bu haliyle bir yazı konusu olmayı hak ediyor.
Mültecileri misafir etmek, dertlerine derman olmaya çalışmak insani bir borçtur ama söylemek zorundayız ki mülteciler bu halde yaşamaya devam edemezler. Bugün hem İstanbul’da hem Anadolu şehirlerinde gördüğümüz mülteci suretleri yürekleri kanatacak bir durumda. Mültecilere yapılan destekler yeterli midir diye sorulsa kim evet diye yanıt verebilir. Böyle çetin hayat koşullarının içine atılıp gidilmesiyle nasıl sorun çözülür ki? Bunun yanında mültecilerin varlığından yararlanmaya çalışan fırsatçılar da var. Onlar için yorumu da okuyucular yapsın diyorum.
Sonuçta mültecilerle ilk defa karşılaşmıyoruz. Tarih boyunca başka ülkelere iltica etmek durumunda kalan birçok isim hafızanızdan geçiyordur. Ama onların yaşadıkları hayata bakınca içi isyanla dolmayan var mı? En azından Türkiye’deki mülteciler için söyleyecek olursak vakıflar, stklar ve bürokrasi kanadı iş birliğine gidebilir. Böyle bir düşünce hiç akıllarından geçti mi bilmiyoruz lakin çok geç kalınmış sayılmaz. Umarız bazı şeylere el atıp bir şeyleri düzeltebilirler. Toplumun değişik kesimleri de bu konuda hassasiyet gösterip en azından sesini gerekli mercilere duyurmalı.
Dünya nezdinde bir değerlendirme yapacak olursak mültecilerin hızla terk ettiği diyar olan Orta Doğu’nun harap durumu, kendi meselelerini çözemeyecek hali ne yazık ki insanı ümitsizliğe sevk ediyor. Halen bir vicdan taşıyan siyasiler çıkar ve bu durumu en azından asgariye indirir ya da Orta Doğu kuvvetli bir siyasi şahsiyet çıkarır da sorunların çözümü için ilk adımı atmış olur.
Tekrar edelim. Mültecilerin dramı aynı zamanda insanlığın dramıdır. Bu drama sessiz kalınmamalı ve bu dram bir an önce son bulmalıdır.