Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin ulaştığı yüksek derecenin sırrının, sıdk, yani doğruluk olduğunda yaygın bir kanaat vardır. Nitekim o: “Bir habbecik (atomun en küçük parçası) da olsa Allah’a sıdkla (doğruluk, samimiyet) geliniz” buyurmuştur.
Onunla ilgili olarak Molla Camî’nin, Nefahat’ül Üns adlı kitabında şöyle bir hadise anlatılır: “Küçüklüğümde arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim. Bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; “Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın.” dedi. Hemen eve koştum, o gün arefe günüydü. Yani Kurban Bayramı’nın bir gün öncesiydi. Dama çıktım, önümdeki bütün engeller, bütün mesafeler kalktı. Sanki Arafat’ı görüyordum. Arafat’ta peygamberler geliyor, salih insanlar geliyor. Yunus bin Metta geliyor, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) diliyle “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” diyorlar… Vadiler “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, yani “emrin başım gözüm üstüne Yarabbi” diyorlar, teslimiyet izhar ediyorlar.
Hemen annemin yanına koştum. Durumu anlattım, annem ağlamaya başladı. Dedim ki “Anne, senden rica ediyorum, beni Allah’ın yoluna ada. Allah yoluna adanmış bir evlat olmak istiyorum. Ben Bağdat’a gitmek, Bağdat’ta Kur’an-ı Hakim’i, Efendi’miz’in (s.a.v.) Sünnet’ini öğrenmek istiyorum.” Annem, “Olur.” dedi, kalktı ve yanımdan ayrıldı. Bohçasından cüzdanını aldı, içinde 80 dinar vardı. Dedi ki: “Yavrum, baban ahirete giderken senin için 80 dinar bıraktı. Miras olarak elimizde avucumuzda bu var. 40’ını müsaadenle kardeşine ayırayım, 40’ını da sana vereyim bununla beraber git.” Sonra annesi Geylani Hazretleri’nin koltuk altına, elbisenin içine 40 dirhemini dikiyor.
Abdülkadir Geylani hazretleri evden ayrılıp giderken annesi ona: “Yavrum; bütün durumlarda, bütün şartlarda ölümle yüzleşsen bile asla yalan konuşmayacaksın. Allah’a, annene, babana ihanet etmeyeceksin!” diyor ve bu esnada bir yandan ağlıyor, bir yandan da yavrusunu kucaklıyor, öpüyor ve kokluyordu. Son olarak da: “Yavrum, yakinen biliyorum ki artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem.” diyordu... Annemin bu sözleriyle birlikte evden ayrıldık. Köyün çıkışına kadar geldim. Küçük bir kafile ile Bağdad’a gitmek üzere yola koyuldum.
Hemada’na gelince 60 tane eşkıya bizi kuşattı. Üzerimize gelip ne varsa hepsini alıyorlardı. Eşyaları reisin yanına götürüyorlar, orada topluyorlardı. Yanıma bir tanesi geldi, “Ey fakir çocuk, senin üzerinde ne var? Sende bir şey var mı?” dedi. “Evet, var, gelirken annem kolumun altına 40 dinar dikmişti. İşte, burada dedim. İnanmadı bana. Herkes malını kaçırırken, bu çocuk, kolunun altında 40 dinar olduğunu niye söylesin? dedi ve gitti. Başka birisi geldi. O da sordu, “Üzerinde bir şey var mı?” dedi. Ona da dedim ki: “Üzerimde 40 dinar var”. O da inanmayıp eşkıya reisine gitti. Durumumu anlatmış olmalı ki, eşkıya reisi beni çağırdı. Ben de yanına gittim. Yüksek bir yerde duruyor, kervandakilerden ne aldıysa onları adamlarına taksim ediyordu. Bana dedi ki: “Neden böyle bir itirafta bulundun? Belki seni aramayacaklar, altınları fark etmeyeceklerdi?”
Ben dedim ki:
“Köyden ayrılırken anneme söz verdim, annem bana demişti ki: ‘Yavrum, ölümle yüzleşsen, zorda, sıkıntıda kalsan da asla yalan konuşma, asla ihanet etme.’ “Seni Kur’an-ı Hakim’i okumaya gönderiyorum, Hz. Muhammed’in Sünnet’ini okumaya gönderiyorum.” 40 dinar için anneme ihanet edemezdim. 40 dinar için Rabb’ime ihanet edemezdim.” dedim. Eşkıya reisi ağlamaya başladı. Adamlarına dönüp dedi ki:
“Şu çocuk, 40 dinar için anneye ihanet etmiyor, Allah’a ihanet etmiyor, peki Cenab-ı Hakk’ın bunca nimetine ve ihsanına muhatap olan bizler şu kadar zamandır, insanların ekmeğini, suyunu, parasını alarak Allah’a ihanet ediyoruz. Ben Rabb’ime tövbe ediyorum, benimle Allah’a yönelen var mı?”
Altmış eşkıyanın tamamı Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin huzurunda tevbe ediyorlar. İşte, bu damar, Hz. Muhammed’den (s.a.v.) geliyor. Allah Resûl’ünün vefasından geliyor. Onlar sözü, söze sadakati anlattılar. En zor yerlerde bile yalan konuşmadılar.
Eğer bizler, okullarımıza sadakati koyamazsak, eğer o okullarda çocuklara Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öğretemezsek, onlar masum hâlleriyle, masum yüzleriyle bize bakarken tuğyan makinesi, yalan makinesi hâline gelirler. (bkz. İhsan Şenocak, Elif Dergisi, Dil Özel Sayısı, s. 104)