Hindistan’da kurulan Türk İmparatorluğu sultanlarından meşhur Gazneli Mahmud bir gün saray erkanıyla beraber ava çıkar. Avda bir geyik görür. Sultan Mahmud geyiği vurmak için atıyla peşine düşer. Tam yakalayacakken önündeki geyik geri dönüp:
“Senin vazifen beni vurmak mı, sen bu iş için mi yaratıldın?” der.
Geyiğin dile geldiğini gören Sultan hayvanın peşini bırakır ve kan ter içinde bir köye varır. Köyün girişinde bir ev görür ve su içmek için atından inerek eve girer. Evde sadece 8-10 yaşlarında bir çocuk vardır. Gazneli Mahmud çocuktan su ister. Gelen şahsın atından, kıyafetlerinden ve tavırlarından Sultan olduğunu anlayan çocuk
“Siz biraz oturun, babam suya gitti. Şimdi gelir, size suyu veririm” der ve misafirin atını gezdirmeye başlar. Padişah biraz oturup, teri soğuduktan sonra çocuk içeri girer ve bir bardak suyu Sultan’a takdim eder. Gazneli Mahmud çocuğa;
“Niçin yalan söyledin, halbuki evde su varmış” dediğinde çocuk, elinde su testisi ile sudan gelen babasını göstererek;
“Sultanım ben yalan söylemedim. Babam hakikaten suya gitti. Fakat ben sizin hararetiniz geçsin de, içtiğiniz su size zarar vermesin diye, suyu hemen vermedim” diye cevap verir.
Çocuğun bu zerafeti ve feraseti Sultanın son derece hoşuna gitmiştir. Onu babasından izin alarak sarayına getirir. Sultan çocuğa yanına hiçbir şey almasına gerek olmadığını söyler. Ancak çocuk yanında bezle sarılı bir şeyler getirmekte ısrar eder. Fakat bu bezin içinde ne olduğunu kimse bilmez. Saraya yerleşen Ayaz ismindeki çocuk bir taraftan tahsilini tamamlarken, diğer taraftan da Bilge Sultan’ın “sohbet meclislerine” iştirak etmektedir. Küçük yaşlarda Padişah’ın takdir ve hayranlığını kazanmaya devam eder. Ayaz’ın Padişah nezdinde bu derece takdir görmesi bazı saray erkânının kıskançlığına sebebiyet verir.
“Ne yapsak da bunu Sultanın gözünden düşürsek” diye aralarında konuşmaya başlarlar. Ayaz ise Gazneli Mahmud’un gözüne o kadar girmiştir ki, padişah ona hazinesinin anahtarlarını teslim etmiştir.
Ayaz’ın aleyhindekiler onu “hırsızlık yaptığını iddia ederek” gözden düşürmeye karar verirler. Bunu önce bir şayia halinde yayar, sonra da durumu Padişah’a iletirler.
“Sultanım sizin göz bebeğiniz kadar sevdiğiniz ve herkesten üstün tuttuğunuz Ayaz, hazinenizden hırsızlık yapıyor, derler. Sultan Mahmud onlara:
“Nereden bildiniz hırsızlık yaptığını?” diye sorar ve iddialarını ispata davet eder. İftiracılar Sultan’a cevap olarak
“Sultanım, Ayaz saraya geldiği günden beri odası hep kilitlidir. Bizim odalarımızın kapıları ise herkese, her zaman açıktır. Eğer bizden gizlediği kıymetli mücevherler olmasa, hiç odasını kilitlemeye lüzum hisseder mi?” derler.
Padişah onlara; “Yalan söylüyorsunuz” dese de söylentilerin önünü alamayacağını görür. Ayaz’ın gücenmesini de göze alarak;
“Gidin Ayaz’ın odasını açın. İçeride, hazineden ne bulursanız alın, sizin olsun” der.
Müfteriler heyecanla kapının ağzına yığılırlar ve kapıyı kırarak içeri girerler. İçeride onları mücevherler yerine, yere serili bir hasır, duvarda asılı bir post ve kaval ile onun yanında da Ayaz’ın çobanken giydiği çarık karşılar. Durumdan haberdar edilen Sultan Mahmud çok mutlu olur ve Ayaz’ı huzuruna çağırıp, odada bulunan şeyleri neden yıllardır sakladığını sorar. Ayaz
“Sultanım, ben sarayınıza kabul edilmezden evvel garip bir çobandım. Burada sizin büyük teveccühünüz sayesinde hamdolsun her şeye kavuştum. Bu durum belki bana evveliyatımı unutturur da kendime kibir gelir diye, onları odamda bulunduruyor ve içeri girdiğimde “Sen buydun. Bunlarla geldin. Gene busun. Elde ettiğin mevkiye aldanma” diyorum. Böylece kendimi ve nefsimi terbiye etmeye çalışıyorum” der.
Ayaz’ın bu hâli Padişah’ın takdirini çok daha fazla kazanmasına vesile olur.