
İnanın, maddi anlamda zaruret içinde, ama bağrında cevherler barındıran nice muhacir kardeşimiz sokaklarımızda, mahallelerimizde, bizden ilgi ve yakınlık bekliyor.
Mevsimin kıştan bahara dönmeye başladığı bir akşam vakti, Başakşehir’de, kirasını bir hayır sahibinin ödediği mütevazı dairesinde ziyaret etmiştik kendisini. Yatağının başucunda ilaçlarıyla birkaç küçük eşyanın yanında, Said Nursî’nin Arapça’ya tercüme edilmiş bir kitabı duruyordu. Felçliydi, neredeyse hiç konuşamıyordu üstelik. Büyük kızı -kapı arkasından, karşımıza çıkmaksızın- bize babasının bütün hikâyesini anlattı:
Ömrünün âhirinde kendisini ziyaret etme imkânı bulduğumuz muhaddis, dil bilgini ve irfan ehli Şeyh Adnan Hakkî, 1931’de Irak Kürdistanı’nda, Dicle Nehri kıyısındaki küçük bir köyde dünyaya gelmiş. 1937’de ailecek Suriye’nin Kamışlı kasabasına hicret etmişler; Adnan Hakkî, medresede tamamladığı ilk eğitiminin ardından yüksek öğrenimini Şam ve Kahire’de bitirmiş. 1958-1965 yılları arasında, Ezher’de okurken, Kahire Radyosu’nda Kürtçe program sunuculuğu yapmış.
Hadis, edebiyat, hal tercemesi gibi alanlarda çok sayıda eser kaleme alan ve Şam ulemasının yakından tanıdığı bir isim olan Adnan Hakkî, Suriye’de çatışmaların yoğunlaşmasıyla ailesi tarafından İstanbul’a getirilmiş.
Şeyh Adnan’ı tekrar ziyaret etmek hep aklımdaydı. Maalesef nasip olmadı. 21 Mayıs 2015 Perşembe akşamı dâr-ı bekâya irtihal etti kendisi. Bu dünyada diyardan diyara savrularak verdiği imtihanı da böylece son bulmuş oldu. Ailesi, naaşını Kamışlı’nın Hulve Köyü’ne götürüp, babası Şeyh İbrahim’in mezarının yanına defnetti.
* * *
Savaş sebebiyle ülkemize sığınan Suriyelilerle ilgili kamuoyunda bir algı var: Milliyetçi bakış açılarının da açık etkisiyle, onların görgüsüz, çapulcu ve dilenci oldukları düşüncesini herkesten rahatlıkla duyabilirsiniz. Oysa, bizzat tanık olarak aktardığım yukarıdaki hikâyede de olduğu gibi, Suriyeli muhacirler arasında ilim, hikmet ve marifet ehli insanlar, nice gizli hazineler de azımsanayamacak kadar fazla. Onları arayıp bulmuyorsak, kafamızdaki şablonları alt üst edecek örnekleri görmüyorsak, burada suç bizim.
Böyle sıradışı muhacirlere ulaşmanın, çift taraflı faydası var. Hem biz kendimize onların ilim ve irfanından hisseler düşürebiliriz, hem de onlara adı ‘sadaka’ olmayan, şık ve hak edilmiş yardımlar yapabiliriz.
Ülkesinde ‘ilim adamı’ iken burada sıfatsız herhangi birine dönüşmüş bir Suriyeli’ye gidip, “Biz arkadaşlarla Arapça ve İslami İlimler tahsil etmeye karar verdik Hocam. Ücretiyle, bize ders verir misiniz?” teklifinde bulunabiliriz mesela. Ya da çocuklarımızın erkenden Arapça’yla tanışmaları için, bayan ya da erkek öğretmenlerle anlaşabiliriz. Onlar evlerimize gidip gelebilirler; hem kardeşliğimiz pekişir, hem de onların ihtiyaçlarını böylece karşılamış oluruz, rencide etmeden, incitmeden, kırmadan…
İnanın, maddi anlamda zaruret içinde, ama bağrında cevherler barındıran nice muhacir kardeşimiz sokaklarımızda, mahallelerimizde, bizden ilgi ve yakınlık bekliyor.
* * *
Yine bizzat karşılaştığım bir başka örnekte, yıllar önce Irak’tan Şam’a göç etmiş, ardından orada da huzur kaçınca Türkiye’ye sığınmış bir aile var. Kitaplar kaleme almış, eğitimci bir baba; onun en az kendisi kadar eğitimli eşi ve iki tatlı kızları. 4 sene kadar önce İstanbul’a ilk geldiklerinde, hasbelkader onlara ‘ensar’ olma şerefi nasip olmuştu. Aradan geçen zamanda anne ve baba bir üniversitede öğretim üyesi oldular, çocuklar da İstanbul’daki bir Arap okuluna devam ediyor. Türkçeleri de gayet iyi.
Geçenlerde bir dostum Arapça öğrenmek istediğini iletti bana. Hemen, bu bahsettiğim Suriyeli muhacir ağabey ile irtibat kurdum. Baş başa dil ve konuşma derslerine çoktan başladılar bile.
* * *
Şunu da eklemem lazım bitirirken:
Hani Abdurrahman Bin Avf, Medine’de kendisine evini açan kardeş aileye, “Malınız size mübarek olsun. Siz bana pazarın yolunu gösterin” demişti ya; emin olun, Suriyeli muhacirler içinde bu ahlaka sahip çok fazla güzel insan var.