
Tesettüre girişi ve tutumu ile, ‘Fransız türbanını başımıza sardı’ diye kızılan modern başörtü bağlaması ile şehirli kadınlara alternatif sunup, genç kızları başörtüye yakınlaştırması ile, mütevaziliği, yıllar öncesinin salonlarını dolduran coşkunluğuna şart bugünkü ürkekliği ile hayatında hikmet aranacak bir kadın…
amanımızın hassasiyetleri sadece geçmişe holiganlık yapmakta mı? “Nedenniçin” sorularına karşılık olarak bir salon dolusu insan Şule Yüksel Hanım’a saygılarını sunmak için hazırdı. Ama nasıl? Zamanımızın daha hızlı aktığı bu zamanlarda “nasıl” sorusu her vakit biraz daha boş kalarak es geçiliyor. Şule Hanım sahnede 80’lerde yüklendiği misyonu nasıl bir hassasiyetle taşıdığını anlatıyor. onrasında gerçekleşen konser ile ona olan saygı çok tezat olarak sunuluyor.
Şule Yüksel Şenler: “İlk konferansım için çağrıldığımda tek şartım salonda sadece bayanlar olması ve sadece onlara hitap etmek... Gittiğimde salonun bir köşesinde beyleri gördüm. Kat’iyen olmaz, sadece bayanlara hitap edeceğim dedim. O zaman dışarıdan dinlemek için izin istediler. Ona da olmaz dedim.
Sonra ‘fetva getirsek konuşur musunuz’ diye sordular. Peki dedim. Zamanın hocalarına telgraf çekip sordular; ‘Gün ortası bir kadının evinde yangın çıksa ve kadın camdan dışarı çıkarak ‘yangınn varrrrr! yardım edinnnn!’ diye bağırması caiz midir?’ Tüm hocalar caizdir dedi. Şaşkınlık içersindeyim. İşte bugün bu haldeyiz, bir yangın yeri ortalık ve yardım edilmesi gerekiyor.”
İki olay bu aynı gece aynı sahnede gerçekleşti… Önce Şule Yüksel Şenler sahnede yerini alıp, ilk konferans verişini anlattı. Sonrasında İslamcı Tarkan abimiz %90’ı bayanlardan oluşan bir etkinlikte, salonu coşturmaya çalıştı. Şule Yüksel’in hassasiyet çizgilerini en net şekilde belli ettiği dakikalarda bu coşturmaya çalışan tavır şaşkınlık vericiydi.
Zamanımız hassasiyetleri sadece geçmiş için alkış holiganlığı yapmaktaydı sanırım…
İlk cemre; Şule Yüksel Şenler…
İlk cemre… 98’den beri içinde olduğum, elimden geldiğince tüm etkinliklerine gittiğim bir mücadelenin ilk adımını atan bir kadın; Şule Yüksel Şenler…
“Onu anmak biraz gerçeğimizle yüzleşmekti, onu anlamak tarihe şerh düşüp o zamanı bilmekti” bana göre…
Tesettüre girişi ve tutumu ile, ‘Fransız türbanını başımıza sardı’ diye kızılan modern başörtü bağlaması ile şehirli kadınlara alternatif sunup, genç kızları başörtüye yakınlaştırması ile, mütevaziliği, yıllar öncesinin salonlarını dolduran coşkunluğuna şart bugünkü ürkekliği ile hayatında hikmet aranacak bir kadın…
Müslüman kadının özgürlüğü ve özgünlüğü için çalışan, dindar kadın kimliğinin kentli yaşam ile uyumunda çabaları ile Türkiye’nin dört bir yanını dolaşan bir kadın.
Toplumu faşistçe dönüştürme planlarını başaramayanlar bu kez çarpıtma, dezenformasyon ve Anadolu halkının yoksulluğunu kullanarak karanlık bir dönemin kapılarını açmak istediler. Ancak görmezden geldikleri bir husus vardı; her firavun elbet karşısında bir Musa bulacaktı. Dinle alâkalı hiçbir şeyin tolere edilmediği bir zamanda Musa olma yükü kadınlar penceresinde onun omuzlarında idi. Dönemlerinin Firavunlarına karşı Haktan yana olan kadınlardan biri oldu Şenler…
Anlattı. Yazdı. Düşündü. Yazdı. Mahkûm edildi. Yazdı. Neler olabilir diye sordu. Daha neler yapılabilir… Yazdı. Doğru ne ise onu yazdı…
Onun yaktığı ışık Anadolu kadınının kimliğiyle tekrar kavuşmasına vesile olmuş ve Müslüman kadının kimliğiyle özdeşleşen “başörtüsü” birçok badireyi atlatarak bugünlere gelmiştir.
Onun sayesinde oluşan örtünme biçimi sosyal hayatta dindar kadının adeta bir simgesi olmuş, açtığı yoldan yürüyen yüz binler, milyonlar, üniversite koridorlarına, medya dünyasına, sanat, siyaset, ticaret hayatının kapılarına dayandığında ülkemizde nesiller boyu hatırlanacak, kuşaktan kuşağa anlatılacak destansı bir mücadelenin kahramanları olmuşlardır.
İdealizm esiri olmayan gençlere her daim örnek olacak ablamızdır… Milyonları ateşten, yanmaktan korumak uğruna adanmış bir ömrün sahibi olan Şule Yüksel Şener…