
Satranç kareleri hep aza kanaat ederek çoğu bulmanın timsalidir ve oyun bittiğinde Şah da aynı kutuya konur piyon da… Bu konuda yazılmış olan Şeyhül ekber Muhyiddin-i Arabi`nin “Şatranc-ül Ürefa” kitabı İkinci Abdülhamit döneminde tüm kıraathanelerimizde bulunurmuş.
Satranç ilmihallerimizde savaş stratejilerini ve zekâyı geliştirdiği için cevaz verilen bir oyun olarak yorumlanıyor ancak satrancın zekâyı ve savaş sanatlarını geliştirme özelliğinin yanında insanın iç dünyasına yönelik misaller oluşturma gibi bir özelliği de var.
Satranç taşlarını bir düşünelim bütün hamleleriyle birlikte. Piyon mesela en çabuk ve kolay feda edilebilen taşlardandır ve sayısı en çok olandır; fakat piyon istikamet sahibi bir taştır farklı yönlere sapma özelliği sadece saldırı halinde vakidir ve bu sapma kalıcı olmaz. Piyon bütün adımlarını birer adım atar, tıpkı şah gibi. Ne şahtan fazla adım atar, ne de eksik adım. O halini şaha uydurur bir mürit, bir fedai gibi.
Diğer taşların vasıfları vardır, bazen densizlik ederek kraldan çok kralcı gibi hareket ederler. şah bir adım atarken onlar fazla adımlar atarak çabucak harbi kazanma sevdasına düşerler ganimetten pay almak ün, şan kazanmak isterler. Okçular tepesini terk eden okçular gibi çoğu zaman bu taşların düşüncesiz tavırları mağlubiyete sebep olur.
Vezir, makam mevki sevgisinin sembolüdür. Bir anda ortaya atılıp savaşı kazanmak ister, şahın emriyle değil de kendi kafasına göre yaptıysa bu çıkışı vezirken rezil olur oyunu terk eder.
At, nefis gibidir. Üzerine binip sürmezsen bulunduğu yer sebebiyle senin hareket alanını daraltır rok yapamaz, şah hareket edemez, savunmanı zorlaştırırsın. Lakin at süreceğim derken hâkim olamayıp çok ileri atılmanı ister ve bunu başarırsa hezimetin müsebbibi de at olur.
Fil gören gözlerindir. Onu hırsla çok ileri sürüp harama baktırırsan gözüne mızrak saplanmış gibi olur. Bir fil savaş meydanında gözünden yara alırsa hamle yapmayı bırakır, geri döner kendisini o savaş meydanına getiren orduyu da çiğneyerek kaçar.
Kale kapıdır. O kapıyı aklıselim ile açıyorsan muzaffer olursun, göstermelik, blöf hareketler yapacaksan yıkılıp gitmene sebep olacaktır.
Şah mürşittir, kraldır. Onun emrinden çıkılmaz, yolundan gidilir. Olur, olmadık yerde ismi alınmaz ağza. Ya piyon gibi şaha ayak uydurur onun yap dediğini yapar piyonluktan vezirliğe yükselme şansını yakalarsın ya da vezir gibi makam mevki hırsına kapılıp rezil olup gidersin.
Piyonların bir kısmı bu yolda ilk ölenler olabilir ama onlar safken, günahsızken, istikametleri iyiyken ölmüşlerdir.
Satranç kareleri hep aza kanaat ederek çoğu bulmanın timsalidir ve oyun bittiğinde şah da aynı kutuya konur piyon da…
Bu konuda yazılmış olan Şeyhül ekber Muhyiddin-i Arabi`nin “Şatranc-ül Ürefa” kitabı İkinci Abdülhamit döneminde tüm kıraathanelerimizde bulunurmuş. Ayrıca Zaman Kitap`tan Yusuf Çağlar`ın bu konuyla ilgili bir kitapçığı da var meraklısına…