Ömer Öztürk
Genç arkadaşım, merak ediyorum, acaba vaktini nasıl geçiriyorsun? Senin beynin dünyanın bütün elmaslarından çok daha kıymetli, onu sonu gelmez dedikodularla köreltmek fıtratına yapacağın en büyük ihanet değil midir?
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde biri birinden harika asar-ı atika arasında geziniyordum. Bir ara boylu boyunca uzanmış bir iskeletin önünde durdum ve varoluş bunalımı çok zaman evvel sona ermiş bu kemik torbasına göz gezdirdim. Kendi kendime, “bir gün senin gibi olacağım için endişeleniyorum ama bir gün senin gibi kurtulacağım için de için için seviniyorum” dedim. Var olmak ancak yok oluşla sonlanacak bir bunalım.
Ve sen, kim bilir belki de bunalımlarına çözüm bulamadığın için doktor doktor dolaşıp avuç dolusu ilaç yutan genç arkadaşım, inan yalnız değilsin, senin hissettiklerinin çok daha fazlasını milyonlarca yıl boyunca milyarlarca insan hissetti. Allah’a inanıp sonsuza yelken açmayı beklemekten başka elden ne gelir?
Arkeoloji Müzesi’nden tam çıkıyordum ki, gözlerim bir heykele takıldı. Ayakta duran ve iki elini göbek deliğinde birleştirmiş, yâni sanki namaza durmuş bir adamın heykeliydi bu. Daha milattan önceki devirlerde, değil İslâmiyet Hristiyanlığın bile gelmediği devirlerde namaz kılar gibi ayakta el bağlamış bir adam yontan bu meçhul heykeltraş kimdir? Gelin de ona bu ilhamı veren Allah’ın büyüklüğüne hayret etmeyin.
Genç arkadaşım, merak ediyorum, acaba vaktini nasıl geçiriyorsun? Senin beynin dünyanın bütün elmaslarından çok daha kıymetli, onu sonu gelmez dedikodularla köreltmek fıtratına yapacağın en büyük ihanet değil midir? Sen bu dünyaya hem madden hem de manen kirlenmiş stadyumlarda ömür tüketmeye mi geldin?
Üstü-başı, her yanı leş gibi sigara kokan ve bunun farkında bile olmayan, sabah uyanır uyanmaz yemekten evvel sigara düşünen, orucunu bile açar açmaz sigaraya sarılan, mutsuz, umutsuz insanlardan olmak ister misin?
Okuyor musun? Araştırıyor musun? Varoluşun ve yok oluşun hakkında tefekküre dalıyor musun? Nereden geldin, nereye gidiyorsun, düşünüyor musun?
Okumalısın, çünkü okumak varolmaktır. Bilmelisin ki, yeryüzünde ilim cehalete taviz vere vere böyle yerlerde sürünür hale geldi. Bilmelisin ki, cehalet felâkettir; gözünün nuru bildiğin, koklamaya doyamadığın, sayfalarını kıvırmaya kıyamadığın, ilim deryası, paha biçilmez kitaplarına bir de eskicinin gözlerinden bak: inan, onlar eskicinin gözünde kiloyla yok pahasına satıp savrulacak kâğıt parçalarından başka şeyler değildir.
Elinden geliyorsa, kabiliyetin varsa yazmalısın da. Unutma, yazmak bir nevi Aristo mirası bir katharsis yâni arınma, bir kendi kendini sağaltımdır. Okuyarak var oluyorsak, yazarak var etmek de boynumuzun borcudur.