Turgay Bakırtaş
Avrupa coğrafyasındaki Müslümanlar günden güne daha fazla ön plana çıkıyorlar. Özellikle futbol alanında dikkat çeken bu sivrilmenin “ünlü” aktörleri, doksanlardaki öncüllerinin bazılarından farklı olarak daha özgüvenli ve cesurlar.
Çocukluğumda sıklıkla yaşadığım bir diyalog vardı. Ne zaman Trabzonspor’un bir Avrupa mücadelesini ya da A Milli Takım’ın maçını izlesem, rahmetli ninem yanıma gelir, “Hangileri Türk hangileri gâvur” diye sorardı. Türklük ve Müslümanlık kavramlarının birbirinden bağımsız olmadığı bir gelenekte yetiştiğimiz için bu soruyu garipsemez; “Beyazlar Türk maviler gâvur nene” derdim. Ama bazen, nadiren de olsa, Müslüman bir ülke takımıyla maçımız olurdu. Öyle anlarda “Nene onlar da müslüman” dediğimde yüzünde önce bir kararsızlık, sonra da bir gülümseme belirir, “Kıyak uşaklar desene” derdi.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun, ninemin bu tavrı yalnızca ona has değildi. Müslümanlar olarak, dünyaya damga vurduğumuz parlak yüzyılların ardından gelen zayıflık ve dağınıklık yıllarında bireysel başarılardan ya da başarılarıyla ünlenmiş bir gayrimüslimin hidayete ermesinden sevinç duymaya başladık. Bu durumun sosyolojisi hakkında çeşitli çıkarımlarda bulunulabilir. “Güçsüzün güçlüye karşı zaferinden duyulan memnuniyet” ya da “Müslüman olmayan birine sempati beslediğimiz için alttan alta hissettiğimiz rahatsızlığın o kişinin İslam’la şereflenmesiyle birlikte yok olması” veya “Bir başka Müslüman kardeş daha edinmenin getirdiği mutluluk” gibi onlarca neden sıralanabilir. Ancak sebebi ne olursa olsun şu bir gerçek ki dünya arenasında kendini göstermeyi başarmış bir Müslüman gördüğümüzde çok mutlu oluyoruz.
Avrupa coğrafyasındaki Müslümanlar günden güne daha fazla ön plana çıkıyorlar. Özellikle futbol alanında dikkat çeken bu sivrilmenin “ünlü” aktörleri, doksanlardaki öncüllerinin bazılarından farklı olarak daha özgüvenli ve cesurlar. Yakın zamana kadar Avrupa’da top koşturan tek tük başarılı futbolcuların dini kimliklerini dışarı yansıttığına pek rastlamadık. Yeni nesil futbolcularda ise tam aksine, bilerek, isteyerek, gurur duyarak, gelecek tepkileri umursamayarak yeşil sahada secdeye kapanma, basına yakalanmaktan çekinmeyerek camiye gitme eğilimi var.
“İslam’dan başka doğru yol yok”
Zinedine Zidane gibi apolitik, kendini hiçbir zaman Müslüman kimliğiyle öne çıkarmamış “dev” futbolcular, İslam dünyası tarafından bu yeni nesil “cevval” müslümanlar kadar sahiplenilmedi. Zidane’ın aksine dini kimliklerini saklama ihtiyacı duymayan Karim Benzema ve Frank Ribery gibi oyuncular da kameralara yansıyan hayatlarıyla Müslüman ahlakını yansıtır görünmedikleri için yine pek fazla sahiplenilmediler. Ancak bazıları vardı ki oyunculuklarıyla olduğu kadar kişilikleriyle de kalbimize taht kurdular.
Frederic Kanoute onlardan biri. 1977 Fransa doğumlu Malili oyuncu, yeşil sahaların gördüğü en karakter sahibi oyunculardan. Kanoute’nin genel olarak vasatın üzerinde olsa da inişli çıkışlı devam eden kariyeri İspanya’ya gitmesiyle zirveye ulaşmıştı. Sevilla formasıyla müthiş maçlar çıkaran oyuncu, sahaya çıkarken dua etmesi ve attığı gollerden sonra neredeyse hiç sevinmemesi ile dikkat çekti. İsrail’in 2008’de Filistin halkına yönelik gerçekleştirdiği “Dökme Demir” harekâtından sonra çıktığı bir maçta formasının altına giydiği Filistin tişörtünü göstermesi günlerce konuşuldu. O olaydan sonra şunları söylemişti Kanoute: “Gazze’de yaşananlara duyarsız kalamam. Bir adaletsizlik varsa buna karşı tepkimizi ortaya koyabilmeliyiz. Benim yaptığım da bu. Avrupa’da bu başkaldırış daha iyi duyuluyor; insanların bu tür olaylara reaksiyon göstermesini sağlayabiliyorsunuz.”
Sıklıkla karşılaştığı “Neden İslam’ı seçtiniz” sorularından birine “Çünkü başka bir doğru yol yok” cevabını veren Eric Abidal ise yalnızca Müslümanlığıyla değil, ağır bir kanser türünü yenerek yeniden sahalara dönmesiyle de hafızalarımıza kazınmış bir futbolcu. Karayip Adaları asıllı Fransız oyuncu, 2007-2013 yılları arasında formasını giydiği Barcelona ile çok büyük başarılara imza attı. 2011’de karaciğerinde ortaya çıkan kötü huylu tümör nedeniyle iki kez ameliyat oldu ve iyileştikten sadece iki buçuk ay sonra sahalara döndü. Ne var ki tedavi süreci onu çok yıpratmıştı ve kariyerinin geri kalanında eski performansının uzağında kaldı. Abidal de tıpkı Kanoute gibi ahlakıyla öne çıkan bir isimdi. Bir Müslümana yakışmayacak hiçbir hareketi yoktu. Barcelona’nın efsanevi kaptanı Xavi, Müslüman takım arkadaşı için şöyle diyordu: “Boşta olduğu her an Kur’an okuyor, namaz kılıyor, kendisi ve bizim için dua ediyor.”
Batılıların “İslami olduğu” için sevmediği bu hareket, ülkemizdeki bazı din adamları tarafından “İslami olmadığı” için eleştirildi.
“Jesus” serbest “Allah” yasak
Barcelona’da rüştünü ispatladıktan sonra Manchester City formasıyla tüm futbolseverleri kendisine hayran bırakan Yaya Toure de yeşil sahaların örnek Müslümanlarından bir diğeri. Mavi-beyazlı forma altında sergilediği performansla dünyanın en iyi orta saha oyuncuları arasına adını yazdıran Toure, 2012’de oynadıkları Newcastle maçının ardından gerçekleşen canlı yayında, kendisine uzatılan şampanyayı “Ben Müslümanım, içki içmiyorum” diye geri çevirmişti. 2014’te oynadıkları Liverpool maçı seremonisine de başörtülü bir kız çocuğuyla birlikte çıkmıştı. Fransa’da olsa bu tavırlarından dolayı muhtemelen dünyayı dar ederlerdi Toure’ye. Ancak İngilizler, sahada işini iyi yapan bir futbolcu cinayet bile işlese pek umursamıyorlar.
Abou Diaby, Seydou Keita, Nicholas Anelka, Demba Cisse gibi popüler isimlerle geliştirebileceğimiz bu listeye girmeyi hak eden, yazının girişinde andığımız genç isimlerden de birkaçını anlatmak gerek. Yakında ismini daha sık duyacağımıza inandığım o oyunculardan birisi, Lyon’un 20 yaşındaki golcüsü Yassine Benzia. “Golden sonra secdeye gidenler” ekolünden olan Benzia, henüz büyük takımların dikkatini çekmedi ama yukarıda zikrettiğimiz isimlerin İngiltere ve İspanya maceralarının 25-26 yaşından önce başlamadığını göz önünde bulundurursak bunun için epey vakti olduğunu söyleyebiliriz.
Fas asıllı Fransız oyuncu Adel Taarabt da Avrupa’nın dikkat çeken yetenekli Müslüman futbolcularından biri. Taarabt, 2010’da QPR formasıyla attığı bir golden sonra formasını çıkarıp üzerinde “I Love Allah” yazılı tişörtünü göstermişti. Hıristiyan oyuncuların yıllarca “Jesus” göndermeli gösteriler yapmasına ses etmeyen FIFA, Müslüman oyuncuların bu gibi hareketlerinin artmasından rahatsız olup bazı yasaklayıcı düzenlemelere gitti. Saha içinde secde etmenin de yakında yasaklanabileceği konuşuluyor.
İtalya’da top koşturan Cezayir asıllı Fransız oyuncu İshak Belfodil’in ismini de bir kenara not etmek gerekiyor. 1992 doğumlu Müslüman oyuncu Beldofil de çağdaşları Taarabt ve Benzia gibi attığı golleri secdeye giderek kutlayan, Müslümanlığını bu şekilde ilan eden bir isim. Son iki sezonda Inter forması giyen Beldofil, bu sezon Palermo’nun formasını terletecek.
Sonuna geldiğim bu yazıyı, adını anmadan geçmenin ayıp olacağı Beşiktaşlı Demba Ba’dan bahsederek bitirmek en güzeli. İstanbul’a adım attığı günden beri Beşiktaş taraftarının sevgilisi haline gelen Senegalli oyuncunun golden sonra secdeye gitmesi kimilerini memnun etmiyor. Batılıların “İslami olduğu” için sevmediği bu hareket, ülkemizdeki bazı din adamları tarafından “İslami olmadığı” için eleştirildi. İşin fıkhi boyutu hakkında kelam edecek, tarafları haklı ya da haksız diye yargılayacak ilme sahip değilim. Ancak futbolcuların bunu bir ibadet maksadıyla yapmadığına, baskılanmaya çalışılan dini inançlarına sahip çıkma adına geliştirilen aktivist bir refleks olduğuna inanıyorum. Allah niyetlerini hayreylesin.