Siyasi, ekonomik, sosyal hatta dini bakımdan ne şikâyetimiz olursa olsun, Türkiye Müslümanları olarak, Ramazan ayını en huzurlu geçirenler biziz. İşgal altında değiliz, Filistin gibi. Başımızda darbeciler yok, Mısır gibi. Tepemize her an bomba yağmıyor, Suriye gibi. Mezhep kavgası bataklığında boğulmuyoruz, Irak gibi.
Uzun Bir Seyahatten Döner Gibi…
Evet, sevgili Süleyman Ragıp kardeşimin nazik davetiyle, birkaç yıl sonra yeniden GENÇ Dergisi’ndeyim. Emekleme günlerine şahitlik ettiğim bir derginin, bereketli bir okula dönüştüğünü görmek benim için hamd vesilesi. Kendimi uzun bir seyahatten sonra yeniden eve dönmüş gibi hissediyorum.
Nasip olursa, her ay bu köşede ‘biz’i ilgilendiren, ‘bizim derdimiz’ olan ve olması gereken meseleleri konuşacağız, tartışacağız. Bu sayfa, eleştirilerinizle ve yönlendirmelerinizle çok daha berrak hale gelecek inşallah.
Hem bu yeniden başlangıç için, hem de rahmet ve bereket ayı Ramazan başka yeni başlangıçlara vesile olsun diye ilk yazıma “Bismillah” başlığını koydum.
İmkânlarımızın kıymetini birlikte anlamak, bu imkânları birlikte berekete ve gayrete dönüştürmek için bismillah…
Nimetler sürekli ve kesintisiz olunca, elinin altındaki imkânlar insana çok sıradan geliyor. Canımız-ciğerimiz Ramazan ayının başlangıcından beri, bu cümle hep zihnimde. İslâm dünyasının dört bir yanından gelen birbirinden acı haberleri, savaş ve işgal manzaralarını, ezilmiş ve parçalanmış körpe bedenleri gördükçe, rahatlığımızın şükrünün bile şükrünü eda etmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız.
Siyasi, ekonomik, sosyal hatta dini bakımdan ne şikâyetimiz olursa olsun, Türkiye Müslümanları olarak, Ramazan ayını en huzurlu geçirenler biziz. İşgal altında değiliz, Filistin gibi. Başımızda darbeciler yok, Mısır gibi. Tepemize her an bomba yağmıyor, Suriye gibi. Mezhep kavgası bataklığında boğulmuyoruz, Irak gibi. Kültürel açıdan azınlıkta kalıp inancımıza modern hayatın içinde güçlükle yer açmaya uğraşmıyoruz, dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Müslüman kardeşlerimiz gibi. Örnekler pek çok ve çeşitli…
Peki, bütün bu rahatlığın, huzurun ve bolluğun karşılığında, ürettiğimiz değerler neler? Nimetlerin ne kadarını fark edip, elimizden kayıp gitmelerinden önce bu nimetlerin ne kadarını ‘kalıcı değer’e dönüştürebiliyoruz? Sadece Ramazan’a has sorular değil bunlar. Cevaplar, bütün bir ömrümüzü ve uğruna hayatlarımızı adadığımız bütün ideallerimizi yakından ilgilendiriyor.
Hizmetimize sunulan maddi-manevî bolluklar, bizi daha fazla derinleşmeye, boynumuzu daha da eğmeye, heybemizi daha fazla bilgi ve hikmetle doldurmaya yönlendirmiyorsa, yarışa zaten mağlup başlamışız demektir.
Elimize geçen imkânları paylaşmak yerine, kavuşacağımız asla kesin olmayan meçhul bir gelecek için istif etmeye yöneliyorsak; kapı komşumuzun aç olup olmadığından bile haberimiz olmayacak kadar ‘duvar’larımızın içine çekilmişsek; kaybetmek istemeyeceğimiz şeyler gittikçe çoğalıyorsa hayatımızda, biz bu hırkanın ilk düğmesini baştan yanlış iliklemişiz demektir.
Herkesin muhasebesi, özeleştirisi, içinde bulunduğu şartların hesabı kendisine. Kimseyi de, Allah’ın ona bağışladığı özel bolluk üzerinden eleştirmek gibi bir yola girmemek en doğrusu. Ancak Ramazan vesilesiyle, bize bahşedilenleri hatırlamak ve hatırlatmak da bir kardeşlik vazifesi. Nimetlerin süresi dolmadan, onlar elimizden alınmadan ve bizler elleri açık şekilde kalakalmadan…
* * *
Okumalarla, ibadetlerle ve elbette oruçla geçirmeye çalıştığımız Ramazan’ın iklimini bütün bir ömrümüze yaymak sorumluluğu omuzlarımızda duruyor.
Bu sorumluluğu iliklerimize kadar hissetmeden, şu fani dünyada kalıcı işler yapmamız da mümkün görünmüyor. Ramazan’ın her bir anını nasıl dikkatli ve tetikte geçirmeye çalışıyorsak, bu özeni bütün bir ömre yaymalıyız ki, kumaşımız sağlamlaşsın, dikişlerimiz en sarsıcı darbelere bile dayanabilsin.
Ömrün doldurulması ve gün gün tamamlanması, tezgâh başında kumaş dokumaya benziyor. Kumaşı dokurken, gözler en yakındaki sıradan hiç ayrılmamalı, ipler sabırla birbiri üstüne eklenmeli ki dokuma da sapasağlam olabilsin.
“Bir an önce bitsin” diye gözü durmadan ilerideki sıralara kayan, önündeki ilmikleri bu nedenle gevşekçe atıveren, sabırsız ve aceleci dokumacıların elinden sağlam kumaşlar çıkmaz. Bunu hiç unutmamalı.