Zehra Aydoğdu
Ne yapsam? Yine usulca kalkıp mutfakta kılsam ya namazı? Sonra yine gelir oturur izlerim. Onları da davet etsem? Cıkk, gelmezler ki! Hem vakit daraldı, abdestti, başörtüsü bulmaktı, etekti, namazı festivale çevirirler şimdi, hazır namaz geçer. İyisi mi sağdan sağdan ilerleyip işimi görüp gelmek. İçime de sinmiyor, hay Allah! Kapıya yaklaştım, ardımda bir ses: "Zehra Abla,nereye?" An budur kızım Zehra! "Huzur isteyen arkamdan gelsin."
Efendim, vaktiyle bir köye tayin olmuş çiçeği burnunda bir imam, şevk ile ilk öğle ezanının ardından cemaati beklemeye koyulmuş. Koyulmuş amma ne gelen var ne giden. Eda etmiş bir başına namazı. Hoş, devasa bir cemaat de olsa arkasında, namazı hep bir başınaymış. Başını secdeye götürdüğünde tüylü cami halısının burnunu kaşındırmasını, ilk oturuşta eline bir sineğin konuşunu ve kovamayışını, "Errahman`ir-Rahim" derken Allah`ının gavurdan da suyu ekmeği sakınmayışını ve Rabbinin cömert bir Rab oluşunun içini gıdıklayışını bir kendi bilirmiş. Namaz esnasında telefonu çalan cemaate höt zöt yapmak için selam vermekte sabırsızlandığını, bangır bangır "Ancak Sen`den yardım dileriz." derken, bir sıkıntı anında Allah`ının hatrına bile gelmeyişini hatırlayarak mahcub oluşunu da bir kendi bilirmiş, bir de yöneldiği.
Taze imam, bir umutla ikindi namazını beklemiş. İşe başlayalı iki vakit olmuş amma siftah yapamamış hala. "Ardımda duracak bir ehl-i iman yok mudur? Ben nereye düştüm böyle?" demekten alıkoyamamış kendini. Bizimki düşünür taşınır, dükkanı için promosyon ürün broşürü dağıtmaya çıkan esnaf çırağı gibi, camiye ayak bastırmak için köy ahalisi ile konuşup, onlara bir ısındırma çalışması yapmaya karar vererek meydandaki kahvehanenin yolunu tutar. Bir hasbihale girişirler ki, sormayın. Ahali, yumuşak şekerleme kıvamında. Ortada bir soğukluk da yoktur ki ısındırıla. Açılan mevzuların biri gider biri gelir, döner dolaşır. Fırsat kollayan imam, iki vakittir camiye niçin kimsenin gelmediğine getirir konuyu. Öğrendiği ise, onu ilkin şaşkınlığa sevk eder, ardından tebessüme.
Meğer bu yumuşak şekerleme köy ahalisinin hamurunda müttehemlik varmış. Çarıklarını çıkarmaya üşenen cemaat, cami yolu tutmaz olmuş. İmam, namaza mani olan bu durumun köyün evvelki imamları tarafınca da aşılamadığını öğrenince, o gün "Çarıkla namaz kılınır." fetvasını vermiş. Akşam namazında tüm köy camiye dolmuş. Yatsıda da öyle. Sabah? Evet. Ya öğleyin? Evet evet. Önde imam, arkada çarıklarıyla cemaat... Hatta köyde bir gence kız isterken, ilk sıralanan vasıflardan olan "abdestli namazlı"nın yerini, "Allah seni inandırsın, hem çarıklı hem namazlı" övgüsü almış. İmamın bir başka köye tayini çıkana kadar bu böyle devam eder. Yeni imam köye gelip de olup biteni görünce, gözlerinden ateş, kulaklarından dumanlar çıkar. Bizim imama böyle bir cevaz verdiği için naralar atar. İmamsa, mütebessim halini muhafaza eder ve der ki: "Ben çarıklı kıldırmaya alıştırdım, buydu elimden gelen, sen de çarıkları çıkarmaya çalış." Onlar çarıklarıyla duradursun, biz biraz da Allah`ın boyasıyla boyananlardan söz edelim.
Oda karanlık, film izliyoruz. Duvarda saatin akrep ve yelkovanının yerini seçmeye çalışıyorum fakat bu mümkün olmuyor. Aklıma telefonun saati geliyor, ses çıkarmamaya ihtimam göstererek, çantaya uzanıp, görmeden, el yordamıyla telefona ulaşıyorum. Aman Allah`ım! Tahminimden de süratli bu zaman muamması. Namaz geçmek üzere. Ne yapsam? Yine usulca kalkıp mutfakta kılsam ya namazı? Sonra yine gelir oturur izlerim. Onları da davet etsem? Cıkk, gelmezler ki! Hem vakit daraldı, abdestti, başörtüsü bulmaktı, etekti, namazı festivale çevirirler şimdi, hazır namaz geçer. İyisi mi sağdan sağdan ilerleyip işimi görüp gelmek. İçime de sinmiyor, hay Allah! Kapıya yaklaştım, ardımda bir ses:
"Zehra Abla,nereye?" An budur kızım Zehra! "Huzur isteyen arkamdan gelsin."
Herkes ayakta. Vaad edileni ne yaparak elde edeceğini bilmeden koridorda toplanan bu kızlar, hemen sonra çorap çıkarmaya başlama tavsiyesi ile vesilenin namaz olduğunu anlarlar. Lakin çarıktan da öte bir sorunumuz vardır; oje. Evet, her on kişiden sekizi ojelidir desek, mübalağa etmiş olur muyuz, bilemeyiz zira saymadık. Aseton yok, kolonya çıkarmıyor, vakit akşam, namaz geçmek üzere.
Bir ara "Tiner var mı?" dediğimi bile hatırlıyorum. Yok, olmayacak böyle. "Ojeliler dahil herkes abdest alsın." Alındı mı?
Evet, hem de görülmemiş şevk ile. Ev sahibi tarafından hazırlanan seccadeler, namaz etekleri, başörtüleri... Hakikaten bir namaz festivali halini aldı bu hareketlilik. Sıkı sıkı saflar oluşturduk. Secdeye giden kırmızı ojeli parmaklar, oturuşlarda gözüme çarpan parlak pembe tırnakların sahipleri, o akşam baştan aşağı Allah`ın boyasıyla da boyandılar. Tadı damağımızda kalan o namaz, çarıklının namazından çok farklı değildi. Elimden geliyor olsaydı o ojeleri çıkarmak isterdim ve güç yetirebilseydi, bizim imam, inanıyorum o çarıkları çıkarmak isterdi.
Fakat ne yetiyor, ne elden geliyor. Çarığı çıkar dese kılmayacak, çarıkla kıl dese yeni imam kızacak. Ojeyle olmaz dense yanaşmayacak, ojeli eller secdeye dense inanıyorum Rab hoşnut olacak. Ben höt zöte razıyım, çarıklı namazlı, çarıksız namazsızdan yeğ değil de nedir?