
İmâm Gazâlî Hazretleri, insanın, balmumu gibi olduğunu, terbiye ile ona müsbet veya menfî istenilen şeklin verilebileceğini ifade etmektedir. Meselâ üç yaşındaki iki çocuğun biri, gördüğü bir köpek yavrusuna süt verir, diğeriyse taş atar. Bu, onların aldıkları terbiye farkının bir neticesidir. Bu yüzden insanın fıtratındaki menfî temâyülleri bertaraf edip müsbet istidatları geliştirmek için mânevî terbiye gereklidir. Yine İmâm Gazâlî Hazretleri, insanda, hâl ve davranışları şekillendiren üç fıtrî kuvvet tespit etmiştir. Bunlar: 1) Kuvve-i Akliyye (aklın gücü), 2) Kuvve-i Gadabiyye (bedenin gücü), 3) Kuvve-i Şeheviyye (arzuların gücüdür). Bu fıtrî kuvvetler de üç şekilde hayata akseder: İfrat, tefrit ve îtidâl. İfrat; ölçüyü aşmak, aşırıya kaçmaktır. Tefrit; aşırılığın zıddıdır. Yani noksanlık ve gevşeklik gösterip ortalamanın altında kalmaktır. Îtidâl ise, ifrat ve tefrîtin ortası, yani hâl ve davranışların makbul olan denge noktasıdır. Kuvve-i akliyyenin ifrâtı, cerbezedir/taşkınlıktır. Tefrîti, ahmaklıktır. îtidâli (makbul olanı) ise, hikmete râm olmaktır. Kuvve-i gadabiyyenin ifrâtı, hiddet, yani aşırı öfkedir. Tefrîti, korkaklıktır. Îtidâli (makbul olanı) ise, şecaattir; güç ve cesareti yerinde ve lüzumu kadar kullanmaktır. Kuvve-i şeheviyyenin ifrâtı, fücurdur, edepsizlik ve ahlâksızlıktır. Tefrîti, cümûd yani donukluktur. Îtidâli (makbul olanı) ise, edep, iffet ve hayâdır. İşte mânevî terbiye; insanın kuvvet ve temâyüllerini ifrat ve tefritlerden koruyup makbul olan îtidâl (denge) seviyesine getirme gayretidir. Bu fıtrî temâyüller, kendi hâline bırakılıp terbiye edilmediği takdirde, hayra değil, şerre vâsıta olur; fayda yerine zarara sebebiyet verirler. Bu bakımdan insan, mutlak sûrette tâlim ve terbiyeye muhtaç bir varlıktır. (Bkz. Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Ekim-2014)