Allah’a tazim, sadece O’nun ismini hürmetle anmaktan ibaret değildir. O’ndan gelen ve O’na nispet edilen hemen her şeye saygıyla yaklaşmak da tazimin bir başka tezâhürüdür.
Hanefi mezhebinin büyük imamı Ebû Hanife Hazretlerine nispet edilen şöyle bir söz vardır:
“Hedefine erişen ancak tazimle erişmiştir. Mahrum kalan da tazimi terk ettiği için mahrum kalmıştır.”
Tazim, hürmet ve saygı anlamına gelen bir kavramdır. Büyük kapıları açan nitelikli anahtarlardan biridir. Her seviyede ilişkinin sağlam temellere oturması ve gelişip kemâl bulması, çoğu zaman buna bağlıdır. Maddî-manevî, dünyevî-uhrevî hemen her alanla bir şekilde ilgili bir konudur. Meselâ Allah’a tazim, en önemli kulluk nişânıdır. Hatta bazı ârifler dîni şöyle tarif ederler: “Din, Allah’a tazim, mahlûkâta şefkatten ibarettir.” Bu edebe binânendir ki, Yüce Rabbimizin ismini anarken bile yalın hâlinde değil, bir vasıfla anmak tavsiye edilmiştir.
Meselâ: Yüce Allah, Allah Teâlâ1, Allâhü Azîmü’ş-şân2, Allah –celle celâlüh-3, Rabbü’l-âlemîn4, Hâlık-ı zü’l-celâl ve’l- kemâl Hazretleri5 gibi daha nice güzel vasıflarla birlikte anmışlardır.
Allah’a tazim, sadece O’nun ismini hürmetle anmaktan ibaret değildir. O’ndan gelen ve O’na nispet edilen hemen her şeye saygıyla yaklaşmak da tazimin bir başka tezâhürüdür. Meselâ, O’na nispet edilen; “Rasûlullâh”, “Beytullah”, “Kitâbullah” ve “Evliyâullah” gibi bir şekilde Rabbimizle hususi bir bağ kurulan her bir şeye tazim gösterilmesi istenmiş ve hatta emredilmiştir. Nitekim Allah’ın Resûlüne, sıradan bir insan gibi bağırarak konuşmak, kişinin sâlih amellerini sıfırlayan bir edepsizlik olarak değerlendirilmiştir.
İbadetlerde ve Allah için yapılan her çeşit amel ve hizmetlerde tazime dikkat etmek de Hakk’a tazimdir ve ilâhî rahmeti kulun üzerine çekme adına büyük bir bereket vesilesidir. Büyükler demişlerdir ki: “İbâdet insanı cennete götürür; fakat ibâdette tazime dikkat etmek, insanı Allah’a götürür”. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban gibi nice nice ibâdetler vardır ki, tazime dikkat edilmez ise makbûliyeti ve ecri kaybolabilir. Bu nevi amellerden elde edeceğiniz feyz ve bereket, göstereceğiniz ehemmiyet kadardır. Evrâd ve ezkâr dediğimiz zikirler ve dualarda da durum değişmez. Onları îfâ ederken gösterilen itina ve saygı nispetinde manevî dereceler elde edilir ve insan-ı kâmil olma yolunda mesafeler katedilebilir. Gafletle ve saygısızca yapılması durumunda ise bazı âlimlere göre insanı geri bile götürebilir.
Âlim ve âriflere tazim göstermek, ilmin ve irfanın en önemli anahtarlarından biridir. Medeniyetimizin öncüleri olan bu zümre, bu konuda o kadar titiz ve hassas ölçülere dikkat çekmişlerdir ki, bugünün insanının hayal ve tefekkür dünyası, bu inceliklerden çoğu zaman gâfildir. Hatta gereksiz görürler. Böyle olunca da ilimlerinde bir bereket olmaz. İlmi ve irfanı feyz ve nûr olarak değerlendiren büyüklerimiz, buna vesile olan kimselere karşı son derece saygılı ve edepli olmak gerektiğini ısrarla beyan etmişlerdir. Üstazın huzurunda nasıl oturulur, ona nasıl nazar edilir, hizmette ne gibi nezâket kurallarına dikkat edilir gibi daha nice ince edeplere işaret edilmiştir. Zira ilim ve irfân, satırlardan önce sadırdan (gönülden) alınan feyz ve bereketle kapılarını isteklisine açar.
İlim ve irfânı elde etme adına ilmin diğer vasıtalarına bile tazim gösterilmiştir. Kaleme, kâğıda ve kitaba gösterilen saygı ile ilgili tarihimizde eşsiz misaller vardır. Önceleri, mürekkeple yazılan yazılar silinmek istendiğinde, su ile yıkanırdı. Enes -radıyallâhu anh-, Hulefâ-i Râşidîn zamanındaki talebelerin, Kur’ân âyetlerinin yıkandığı suları rastgele sağa sola atmadıklarını, bilâkis husûsî bir kapta biriktirerek kabir kenarlarında veya ayak basılmayan yerlerde açılan temiz kuyulara döktüklerini bildirmektedir. Bu suları aynı zamanda şifâ niyetiyle kullandıkları da olmuştur.
Tazim duygusu bir gönle yerleşince, hayatın her alanında bunun sayısız tezâhürleri görünür. Örnek olması bakımından şu misaller hayal ve tefekkür dünyamıza bir fikir verebilir6:
Cüneyd-i Bağdâdî, takvâ ehli olduğu söylenen birini ziyâret için gittiğinde, onun kıble istikâmetine tükürdüğünü gördü. Bunun üzerine:
“Bu adam edebe uymuyor!” düşüncesiyle görüşmeyip geri döndü. Ondaki tazim duygusunu zayıf buldu.
Enes -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tuvalete gireceği zaman, Allâh Teâlâ’ya tâzîminden dolayı üzerinde “Muhammedün Rasûlullâh” yazan yüzüğünü çıkarırdı.7
Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman -radıyallâhu anhümâ-, her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi. Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anh- da her sabah Mushaf’ı eline alır, büyük bir tâzîmle öper ve duygulu bir şekilde:
“Rabbimin ahdi, Rabbimin apaçık fermânı!” diye bağrına basardı.8
Allâh dostlarından Bişr-i Hafî Hazretleri, hayâtının ilk devresinde günahkâr biriydi. Bir gün sarhoş vaziyette yolda yürürken üzerinde besmele yazılı bir kağıt buldu. Onu öpüp başına koydu. Kokular sürdü ve güzel bir yere sakladı. O gece rüyâsında şöyle bir nidâ işitti:
“Benim ismimi güzel kokulara sardın, ona tâzîm ve hürmette bulundun. Ben’im izzetim ve azametim hakkı için, Ben dahî senin adını iki cihanda hürmetli kılacağım.”
Bunun üzerine Bişr uyandı, tevbe etti, sadâkat ve samîmiyetle Allâh’a yöneldi.
Son Osmanlı pâdişahlarından Abdülazîz Han, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e son derece hürmet ve muhabbetle bağlı bir pâdişahtı. Bir gün hasta yatağında baygın ve sararmış bir vaziyette yatarken kendisine:
“–Medîne-i Münevvere mücâvirlerinden bir dilekçe var!” denilmişti. Bunu duyan hünkâr, bütün gücünü toplayıp, yâverlerine:
“–Derhâl beni ayağa kaldırınız! Harameyn’den gelen talepleri ayakta dinleyeyim! Allâh Rasûlü’ne komşu olanların talepleri, böyle ayak uzatılarak edebe mugâyir bir şekilde dinlenemez!..” diyerek Medîne’ye ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbet ve tâzîmini izhâr etmiştir.
Hulasa tazim, takvâlı bir gönlün dışa yansıyan davranış güzellikleridir. Nitekim âyet-i kerimede bu ilişkiye şöyle dikkat çekilir:
“…Her kim Allâh’ın şiarlarına (dînin alâmetlerine) tâzîm gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvâsındandır.” (Hac Sûresi, 32)
Dipnot:
1- Her şeyden daha yüce Allah.
2- Şanı yüce olan Allah.
3- O’nun celâli (gazabı ve azabı, azamet ve kibriyalığı) pek büyüktür.
4- Âlemlerin Rabbi.
5- Celâl ve kemâl sahibi yüce Yaratıcı.
6- Bkz. Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-I, s. 307-324.
7- Ebû Dâvûd, Tahâret, 10/19.
8- Kettânî, Terâtib, II, 196-197.