
Bilinmelidir ki bazen saygıyı kazanmanın yolu kalabalıklara inat yalnız kalmaktır. Akıntıya teslim olmadan hakikat ters yöndeyse inatla bıkmadan usanmadan kürek çekmektir.
Kazanmanın bir hayat tarzı olduğu dünyamızda şimdi size kaybedenin olmadığı bir kazanma formülü vereceğim. Daha doğrusu kazanmaya nereden başlarsak asla kaybetmemenin formülünü vermeye çalışacağım. Çoğu zaman göz ardı ettiğimiz ya da kazanmaya değer bulmadığımız saygı kavramından, saygıyı kazanmaktan bahsedeceğim.
Yaşadığımız dünyanın bize öğütlediği her ne pahasına olursa olsun kazanma öğretisi bugün maalesef dünyayı yaşanmaz bir hâle getirmiştir. İnsanın bitmek tükenmek bitmeyen hırsı ile en büyük fetih kapısı olan insanın kendini fethetmesini pas geçip başkasının, başkalarının hakkını, özgürlüğünü gasp etmek pahasına var olma mücadelesi vermektedir. Oysa ki aynı insan yeri geldiğinde onuru, haysiyeti tercih edip kalabalıklar içerisinden yüz çevirmiştir. Saygıyı tercih etmenin bedelini bazen Ebu Zer gibi şan ve şöhreti elinin tersi ile itip, ıssız çöllerde huzur içinde ölümü beklemekle ödemiştir.
Robert Bosch’a atfedilen meşhur bir söz vardır: “İnsanların güvenini kaybetmektense paramı kaybetmeyi tercih ederim!” Oysa ki içinde bulunduğumuz çağda her ne pahasına olursa olsun kazanma isteği güveni, hakkaniyeti, adaleti, iyilik etmeyi bir kenara bırakıp “paramı kaybetmektense saygıyı, adaleti, hakkaniyeti kaybederim” boyutuna olayı taşımıştır. Bu yüzden toplumun değer mekanizmaları yozlaşmış, insanın kalite ölçüleri daha somut veriler ile ölçülmeye başlamıştır.
Kendi doğruları ile sorumluluk alamayan, sürekli rasyonel düşünmeye mahkum edilen insanoğlu, yüreğindeki adalet terazisinin dengesini, vicdanını ve haysiyetinin kimliğinden sıyrılıp kalabalıklarda yer bulma, omuzlarda yer tutma özlemiyle yanıp tutuşmuştur.
Bilinmelidir ki bazen saygıyı kazanmanın yolu kalabalıklara inat yalnız kalmaktır. Akıntıya teslim olmadan hakikat ters yöndeyse inatla bıkmadan usanmadan kürek çekmektir. Selçuklu ve Osmanlı’nın tesis ettiği nizamın temeli şefkat ve merhametti. Bu yüzden adalet terazisine sımsıkı sarıldılar. Osmanlı insanı onurlu ve şecaatli bir nesildi. Önümüzde tüm heybetiyle duran Çanakkale Savaşları onurun, haysiyetin savunmasıydı. Onlar yokluk içinde bu mücadeleyi verdiler ve kıyamete kadar saygı ile anılmayı hak ettiler. Şimdi sıra bizde, tarihin omuzlarımıza yüklediği yükten kaçıp omurgasız mı yaşayacağız, yoksa izzetimizi kuşanıp dünyaya yeniden “one minute” mü çekeceğiz?