Allah, kitabı kadiminde bazı topluluklar için "ehli kitap" diye onları benzerlerinden ayırt eden bir tanımlama kullanır. Kitaba sahip olmanın dayanılmaz ayrıcalığı yanında, çekilmez yükü de vardır. Kitap ehli olmak, bir ayrıcalık olduğu kadar dayanılmaz bir yüktür de...
Biz, hayat-ı resule bakınca, ehli-kitap denilen kesimin kendilerini hep ayrıcalıklı olarak nitelediklerini görürüz. Ancak bu durum, sahip oldukları kitabın onlara iman önceliğini sağlayamadığını gösterir. Anladık ki kitaba sahip olmak sadece övünülesi bir üstünlük vesilesi olmuştur. Övünmek dünyevi menfaat getirse de işe yaramamıştır.
Hiç bir kitap ve belge ile karşılaşmamış bir insanla, kitabın içinde yoğrulmuş bir insanının şansı konusunda fikrim sorulsa, kitaba muhatap olmamış birisini daha şanslı bulurdum. Zira ne kadar bilgi, o kadar sorumluluk demektir. Sizin, "Ne yani cahil mi kalalım?" dediğinizi duyar gibiyim. Amaç cehalete alkış tutmak değil elbette... Ancak, Allah`ın Kitab-ı Mübin`inde bir şeyler bilen, ne var ki bu durumu sadece bilgi düzeyinde bırakan kimselerin, "KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER " olarak tanımladığını duymuş olmalısınız. Her satır bilgi, yeni bir yük taşır omuzlara... Her satır bilgi, hem dünya da hem de ahret terazisinde lehte bir değerdir ayrıca...
Bilgiyi kirlenmek için değil de, arınmak ve durulmak için edinmeyen bir kul, sadece yük alır omuzlarına... Bu dergide bir sayfayı işgal eden birisi, okuyana göre ağır bir vebali yüklenir. Her satır amel defterine düşülmüş bir yükün işaretidir. Dergiyi görmemiş ve okumamış birisine göre de, siz okuyucular (deyim yerindeyse) hapı yuttunuz.
İlim eşi benzeri bulunmaz bir merdivendir. Ancak kullandığınız bu merdiven, kişiyi yukarı mı tırmandıracak, yoksa aşağıya mı itecektir? Buna ilim sahibi karar verir. İlim, hikmet ile birleşince, kula irtifa kazandırır. Yoksa uçan kuşun sırtına sarılmış bir ağırlığa döner ki, bunun altın olmasıyla taş olması arasında fark yoktur. Batırır. Düşürür.
Anadolu`nun arif ağızları ne güzel söylemiş; "İlim, insanın cehaletini alırmış da eşeklik bâki kalırmış." İlim, gerçekte insanı iki cihanda da aziz kılacak bir libastır. Ama ciddi bir yüktür. Mesela; yapmadığını söylemek, yine Anadolu deyimiyle, "Ele veriri talkını, kendi yutar salkımı" tanımlamasına karşılık gelmek, ne ağır bir vebaldir. Sonra bildiğini hikmetle aktarmak...
"Âlimlerin mürekkebini, şehitlerin kanına denk tutan nebevi anlayış", aynı zamanda "...Âlimler de helak oldu, ancak ilmiyle amel edenler müstesna..." buyuracaktır. İlk emri "OKU" olan ilahi hitap, aslında bilinenin aksine sadece yazılı bir metne bakmaya çağırmaz. Öyle olsa, her "Oku!" emrine, "Ben okuma bilmem!" Diyen bir peygambere, "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" daveti gelmezdi. Okumasını bilenler için, ağacın rengi, böceğin hareketi, güneşin doğuşu, rüzgârın sesi... Hepsi de çok şey ifade eder.
Hadis-i şerifte Nebiy-yi Ekrem buyururlar ki; "İlmi gizleyen, talebesine öğretmeyen kimseye her şey, her varlık lânet eder. Hatta denizdeki balık, havadaki kuş bile lânet eder." Gerçekten burası zor bir durumdur.
Bu sayfaların müdavimleri, "OKU" emrinin gereği olarak buradalar. Okumak, başlı başına soylu bir eylemdir. Ancak bu asil eylem için, şu sorular cevabını bulmalıdır.
Neyi okuyacağız? Niçin ve kimin adına okuyacağız? Bu okuma eyleminde kazanılan şeyler nerede ve niçin kullanılacak? Bu işin bir sorumluluğu ve sorusu olacak mı?
Eski eserlerimizde mezar taşı okumanın hafızayı zayıflattığı kaydedilir. Aslında okuma eylemi salt düşünüldüğünde bir başka kazanımın önündeki engeldir. "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" yerine, "Ne bulursan oku!" sonucuna ulaşan modern insan, mürekkep yalamış cahil ve katiller üretti. Aslında basit bir gözle bile bakıldığında, muhtelif suçlara bulaşan insanların eğitim ve kültürden uzak olmadığını anlarız.
Kalbe okumak, ilmi irfan ve hikmete eriştirecek bir basamak olarak görmek, galiba ulaşılması istenen hedef olmalı. Haydi bismillah diyoruz....