Bir güzel programa iştirak etmek üzere, 5 arkadaş sabah erkenden kalkıp, kahvaltı edemeden Kayseri Tren Garı`na yetişiyoruz. İstikâmet Niğde, neyse ki trende atıştırmak üzere yolda bir şeyler aldık. Yaklaşık 1 saat 40 dakikalık yolu kâh muhabbet, kâh atıştırma ile geçiriveriyoruz. Yol dostlarla bir başka güzel oluyor...
Tam Niğde İstasyonuna iniyoruz ki yağmur karşılıyor hemen kapıda. Ardından bizim için erkenden uyanıp yağmura rağmen bizi karşılamaya gelen, dertli bir kardeşimiz, sırılsıklam karşımızda. Kucaklaşıp hasret gideriyoruz.
Her şehirden bir dostunuz olsun. Yalnız o şehre gittiğinizde sizi karşılayıp ağırlayacak bir dost değil ama; sık sık hatırınıza gelen, arayıp hâlini hatrını sorduğunuz, aynı şehirde olmadığınız için iç geçirdiğiniz bir dostunuz.
Eve geldiğimizde dostumuzun ev arkadaşı ve mis gibi kahvaltılık kokusu karşılıyor bu kez. Çaylarımızı içerken tanışıp kaynaşıyoruz ev ahalisiyle. Birkaç bardaktan sonra dostluğumuz da demleniyor böylece.
Biz Kayseri`den yola çıktığımız saatte, aynı programa iştirak etmek üzere İstanbul`dan da birkaç güzel dost yola revan olmuş. Onlar gelene kadar istirahat ediyoruz. Bir saatlik istirahatin ardından yorgun gözleriyle İstanbul ekibi geliyor. Onlarla da hasretli bir kucaklaşma sonrası, daha rahat istirahat etmeleri için müsaade isteyip Niğde`nin ecdad kokulu tarihi mekanlarını gezmek üzere evden ayrılıyoruz.
Aynı zamanda bir mimarlık öğrencisi olan Yusuf Musa kardeşimiz misafirperverliği, tâzimi ve gezi boyunca verdiği kıymetli bilgilerle öyle güzel mihmandarlık ediyor ki bizlere... İki saatlik gezimizde yalnız tarihe değil, hepimize örnek teşkil edecek bir ev sahipliğine de tanıklık ediyoruz.
Alaaddin tepesine doğru giderken yolumuzun üstündeki Paşa Camiini tanıyoruz. 15. asırda Ali Paşa tarafından yaptırılan camii, 18. asırda Murad Paşa tarafından tamir edildiği için ismi Paşa Camii olarak kalmış. Aslında ismi başka imiş. Birkaç malumat daha edindikten sonra yola devam ediyoruz. Birkaç dakika sonra Alaaddin Tepesine varıyoruz.
Tepenin kuzeyinde Selçuklu yapımı olan Niğde Kalesine geçiyoruz ilkin. Ecdadın kapı kolunu bile yaparkenki incelikliğini hayran hayran izliyoruz. Kale ile ilgili birkaç önemli bilgi daha alıp, hatıra fotoğrafları çektirip kalenin güney tarafındaki Alaaddin Camii`ne varıyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir kitabında diyor ya: "Ecdad inşâ etmemiş, ibadet etmiş" diye... Kapıları, mihrabı, minaresi, hasılı her bir taşı bile ayrı bir sanatla yerleştirilmiş camiiyi de bir müddet dolaşıp ayrılıyoruz.
Alaadin Camii`nin ardından Sungur Bey Camii ile beraber birkaç Selçuklu ve Osmanlı yapımı tarihi mekânın yanı sıra, birkaç kiliseyi ve manastırı da görüp neticelendiriyoruz gezimizi.
İki saatlik gezimizin sonunda, ecdada muhabbetimizin daha da artmasına rağmen, bir sarsıcı bir de çok düşündürücü olaya şahit oluyoruz.
Ecdadın saygıyı kaybetmemeliyiz...
Bunlardan ilki; bir milletin varlık sermayesini teşkil eden, hem milli hem manevi hem de tarihi eser niteliğindeki yapılarımızın üzerine, pervasızca yazılar yazılıp, isimler kazınması. Gezdiğimiz eserlerin hemen hemen hepsini yazılı çizili buluyoruz. "Güzel kardeşim, ecdad öyle bir muhabbetle inşa etmiş ki, (bugün üzerine naylon sevdalarının ismini kazıdığın) o yapılar sayesinde, 1000 yıl evvel tarihe böyle güzel izler bırakmış. Sen eline aldığın sprey boya ile 3 günlük sevdanın hangi notunu düşüyorsun tarihe? Tamam yine sevsin Ali, Ayşe`yi. Fakat biraz ötede sevsin.
Zira 1000 yıl evvel, dağa taşa nakış nakış işlenen o güzide eserler, senin bir tebessüm görmek uğruna böyle bir edepsizliğe teşebbüs etmen için yapılmadı. Ecdad, bu topraklarda ezan dinmesin; islamın nurlu gölgesinden mahrum kalmayalım diye îmâr etti.
Çok şey istemiyoruz. Gereğinden fazla saygı da gösterme istersen. Fakat bir işi yaparken iki kere düşün. Yaptığın hareketin nelere mâl olacağını idrâk et. Sızlatma dedelerinin kemiklerini. Koskoca bir tarihi, ecdadın mirasını, hepsinden önemlisi kendi özünü Ayşe`lerin yoluna serme. Özüne dön. Sen kalbine yeterince çizemediysen Ayşe`ni, yere göğe ismini kazısan, dağları delsen de nafile. Tarihe not düşmek isterken gel-geç sevdalarını, kendi tarihini karalıyorsun, etme!" diyesi geliyor insanın.
İlginç sokak ismi...
Gelelim ikinci ve çok düşündüren meseleye. Mihmandarlık eden kardeşimiz, tarihi mekânları gezdirirken, aynı zamanda yolumuzun üzerindeki bazı yerlerle ilgili dikkat çekici bilgiler de veriyordu. Mesela bir ara Mecburiyet Caddesi isimli bir caddeden geçtik. Bu caddenin özelliği, Niğde`nin bir tarafından diğer tarafına geçmek yahut şehir dışına çıkmak isteyen herkesin, bu caddeden geçmek zorunda olması. Belki olağan bir durumdur bu, fakat hayatımızın her safhasında alıştığımız ve neredeyse her şeyde aradığımız alternatifli yaşam, bu konuda enterese olmamıza sebep oluyordur.
Çok düşündüren mesele elbette Mecburiyet Caddesi değildi. Bu kez ismine şaşırdığımız yer bir sokak. Ömrümde ilk kez rastladım ismine. Ancak biraz araştırdığımda, yalnız Niğde`de değil birkaç şehirde daha bu ismin kullanıldığını öğrendim.
İsmi resmiyette daha farklı olsa da, halk dilinde öyle kalmış. İlkin çok şaşırmama rağmen mazisini ve halk dilininde böyle kalmasının sebeplerini öğrendiğimde hak verdim Niğde`nin güzel halkına. Bahsettiğim yer "Melek Girmez Sokak". Birkaç yıl evvel şehrin uzak bir köşesine taşınan o sokaktan eser kalmasa da, ismi halen aynı şekilde anılmakta... Derin izler bırakmış şehirde anlaşılan.
Vaktiyle iyi niyetli insanların eşiğinden bile geçmeye imtina ettiği, bu toprakların değerlerine aykırı olan her ne varsa yapılan bir yermiş burası. Bu hâle aşina olmayan insanlar da bu ismi layık görmüşler hâliyle.
Mazisini öğrenmeden evvel çok düşündüm, bir sokağa neden bu ismi koyarlar diye. Hafsalamın alabileceği türlü sapkınlıklar geldi sonra aklıma. Mazisini öğrendiğimde ise Pompei, Sodom ve Gomore`yi düşündüm. Bu şehirler bin yıllar evvel sapkınlıklarından ötürü helake düçar olan mekânlardı. Dualar ettim. Rabbim, cennet vatanımızda bir sokağı bile böylesi bir durumdan muhafa buyursun. Zira dört bir yanı imanla imar edilmiş bir şehri, Melek Girmez Sokağı ile hatırlamak ecdada saygısızlık olur.
Saygısızlık demişken, umarım tarihi eserleri karalayanların "Melek Girmez Sokak"la bir bağlantısı yoktur...