Nedim Kaya
Geçenlerde bir vesile ile yıllar sonra yolum Doğu Anadolu’ya düştü. Önceki sayıda bahsettiğim Almanya seyahatindekine benzer izlenimlerle ayrılmam işin en ilginç yanı idi. Ya da şöyle söyleyeyim: Ağrı’daki bir genç İstanbul’a Almanya’daki gurbetçi kadar uzakta ve bir o kadar da beklenti içinde. Öncelikle Genç Dergi’ye ulaşabilen az sayıdaki okuyucunun şırasını çıkarana kadar dergiyi didik didik etmeleri gerçekten sevindirici. “Aaa o dergideki Nedim Kaya sen misin?” tarzı sorularla sık sık karşılaşmak nefsimizi okşasa da derginin ve dergilerimizin daha idealist olmaya aday bu kitlelere çok sınırlı sayıda ulaşıyor olması bir o kadar can sıkıcı. Yayın kirliliği arasında dergiyi diğer onlarcası ile birlikte rafların tozları arasına kaldıracak kitlelerden çok bilgiye aç bu “uzaktakiler”e daha çok ehemmiyet vermek herhalde dergimizin bundan sonraki öncelikleri arasında olmalı.
Van havaalanında kiraladığım araba ile Patnos’a doğru yol alırken yolda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında kim bilir ne zamandır vesait beklerken sırılsıklam olmuş bir genci alıyorum arabaya. Dedeli Nahiyesinde yatılı okulda talebe imiş ve Trabzon’a doktora gitmek üzere ilçeye hareket etmiş. Her hali önemli, misyon yüklenmiş bir misyoner gibi, öyle ya doğuda yatılı liseye kapak atmayı başarmış. 30 kilometre sonra indirdiğimde cebinden bir lira çıkarıyor taşıma ücreti olarak, nazikçe reddediyorum ama rayiç bedelini de öğrenmiş oluyorum. Afrika’nın en mahrum bölgelerinde bile bu hizmete bu bedelden az ödemek mümkün mü acaba diye düşünmeden edemiyorum. Daha sonra yaptığım görüşmelerde hep bu konu kafama takılıyor. Bir öğrenciye yapabileceğiniz en büyük iyiliğin onun ilçedeki okullarda okuması için gerekli olan ev kirasını ödemek olduğunu öğreniyorum mesela. Sekiz yıllık eğitim ile birlikte köylerde okuma şansları kalmadığı için ilçe liseleri inanılmaz kalabalık. 200 lira kira sekiz kişilik daire için talebe başına 25 TL. 25 TL kaç kurşun parası yapar dersiniz?
İlgilendiğim ikinci konu DTP’nin bölgedeki başarısı. Konuştuğum herkes “böyle olmayabilirdi” havasında. İmam Hatip Lisesinden değerli müdür yardımcımız Abdulhalık Taşkın yöresel tabirle bir dönemde “Patnos’u Paris yapan adam” nasıl oldu da iktidar partisinden aday olmasına rağmen koltuğu DTP adayına kaptırdı? En yakın arkadaşım anlatıyor: “Son 10 yılımı abilerimle ortak olan arazilerimi paylaşarak ortaklık hayatından kurtulmaya adadım, bu konuların Doğu’da ne kadar zor olduğunu biliyorsun. Patnos’un Paris olmasının bedeli benim gibi binlerce vatandaşın bilmem kaç sayılı belediye kanununa göre arsasını başkası ile paylaşma ve başkasının arsalarına ortak olma zorunluluğunun getirilmesi oldu. “Ben hükümdarım vatandaşın ne düşündüğü değil benim nasıl bir şehir hayal ettiğim önemli” anlayışı pervasızlık olarak algılandı, bu da gücünün tesiriyle hiç bir şeyden çekinmeyen “pervasız” bir hükümete hayır mesajını getirdi.”
Van’da da aynı mesaj: “Kimse sokağı dinlemedi, şehrin rantını akrabaları vasıtasıyla halkın tabiriyle emen bir kaç seçilmiş istediğini yaptı, halk ise bir ders vermek istedi.” Doğu’nun en azından bu kesiminde oyları silme DTP’ye götüren kimlik siyaseti değil yani. Ayrıca DTP bu seçimde aday seçerken klasik halktan kopuk militan eğilimli adaylar yerine “iyi adam” tabir edilen herhangi başka bir partiden aday olabilecekken bölgenin iki güçlü partisinden birini tercih etmiş veya ikisinden birisi tarafından tercih edilmiş insanları seçmiş. Doğru adayı tercih eden kazanmış yani. Yine de sorduğum herkes sanki AK Parti’ye oy vermemenin suçluluğunu duyar bir savunma psikolojisi içinde gibi geldi bana. “İktidara bir ders vermek istedik ama bu kadar ağır olacağını tahmin etmemiştik” der gibi.
Yıllar öncesine göre Doğu’da genel bir gelişme gözükse de Türkiye geneline göre çok yavaş olduğu kesin. Orta Asya’dan Afrika’ya, Uzak Doğu’ya kadar son yıllarda Türkiye’yi layıkıyla temsil eden sivil toplum örgütleri, vakıf ve cemaatlerin Doğu’da bu kadar “hiç” olması izaha muhtaç. Türkan Saylan’a “azize”lik “hoca”lık şöhretini kazandıran Doğu ilgisi çok daha geniş imkanlara sahip vakıflar, dernekler tarafından nasıl göz ardı edildi anlamak mümkün değil.
Doğu insanı asla Barzani’nin Kuzey Irak’ın veya Ahmedinejat’ın İran’ının bir parçası olmaya niyetli değil. Onlar Galatasaray, Fenerbahçe maçlarında taraf tutup, İstanbul dizileri seyrederken Avrupa’yla yarışan bir Türkiye’nin parçası olmayı tercih ediyorlar. Bu yoldan onları soğutabilecek tek şey ise dışlanmışlık ve ihmal.