Hamit Kardaş
Hatıratlar, tarihin anlaşılmasına yardımcı olmalarının yanı sıra sosyolojik birer kaynaktırlar. Günümüzde yaşayan veya vefat eden yazar, ilim adamı ve kanaat önderlerinin hatıratları günümüzde olduğu gibi gelecekte de toplumsal araştırmalarda kullanılacaktır.
Hatırat okumak, onu yazan kişinin dünyasına bir yolculuk yapmaktır. Çünkü hatıratlarda otobiyografiden farklı olarak sadece kendisini değil, çevresini ve yaşadığı dönemi anlatmak zorundadır. Hatta bu kitaplarda konu yer yer yazarın şahsi hayatını aşıp yaşadığı dönemi anlatan bir kaynak olabiliyor.
Hatıratlar, edebiyatın belki de ilk türlerinden biri olmasına rağmen ülkemizde son 100 yılda yaygınlaşabildi. MÖ 100’üncü yıllarda Sezar’ın Gallia Savaşı isimli bir hatırat yazdığı düşünüldüğünde şiirden sonra en eski edebi tür olduğu sonucuna da varılabilir. Batıda hatırat türüne eski dönemlerden itibaren çok sık rastlanıyor. Öyle ki İslam dünyasını ziyaret eden batılı seyyahlar veya Osmanlı’nın yanı sıra diğer İslam ülkelerine atanan elçiler seyahat notlarının yanında buralarda yaşadıklarını da yazdıkları hatıratlarda aktardılar. Edmondo De Amicis, Francis Marion Crawford, Anna Grosser Rilke bunlar arasında sayılabilir.
13’üncü ve 19’uncu yüzyıllarda İslam dünyasında çok sayıda ilmi eser verildiği halde hatıratların az, olanların çoğu ise gün yüzüne çıkmadığından o dönemle alakalı araştırmalarda daha çok batılı yazarların eserlerine başvuruluyor. Bu da o dönemden yansıyanların oryantalizm prizmasından geçerek günümüze ulaşmasına sebep oluyor. Günümüzde Osmanlı sarayı ile ilgili birçok araştırmanın kaynağı batılı oryantalistlerin araştırmaları ve hatıratlarıdır. Aynı şekilde 19’uncu yüzyılda Orta Asya’nın en önemli tasavvuf merkezlerinden Semerkand ve Buhara ile ilgili en kapsamlı çalışmaların kaynağı bölgeye molla ve derviş kılığında giren Jean-Jacques Pierre Desmaisons ile Arminius Vámbéry’nin eserleridir.
Batıda yaygın olmasına rağmen hatıratlara İslam dünyasında uzun süre ciddi bir ilgi gösterilmedi. Bunun sebebi yazılı kültürle tanışmanın gecikmesine bağlanabilir fakat matbaadan sonra bile bu tarz eserlere çok rastlanmıyor. Türkçe yazılan en eski hatırat, 6’ncı yüzyılda kağıtlara değil, taşa kazınmış. Göktürk Kitabeleri, Bilge Kağan’ın hatıratı olarak değerlendirilebilir. Sonraki ilk örnekler ise 16’ncı yüzyılda görülüyor. Barbaros Hayreddin’in ‘Gazâvât-ı Hayreddin Paşa’sı en çok bilinen örnek…
Türkçe hatıratların yaygınlaşması 20’nci yüzyıla denk geliyor. Bu dönemde yaşanan siyasi karmaşa sebebiyle devlet adamları yaptıklarına meşruiyet kazandırmak, tabiri caizse ‘günah çıkarmak’ için hatıralarını yazdı. Örneğin İttihat ve Terakki’nin çok tartışılan isimleri Enver, Cemal ve Talat Paşaların üçü de birer hatırat sahibidir. Üç paşa eserlerinde Ermeni Tehcirinden I. Dünya Savaşı’na kadar birçok konuda açıklamalar yapmıştır. Sevr’i imzalayan heyette yer alan Rıza Tevfik Bölükbaşı da “Biraz da Ben Konuşayım” kitabında anlaşmayla ilgili detaylara yer vermiştir.
20’nci yüzyılda Arap ülkelerinden de birçok devlet adamı ve aydın hatıralarını yazdı. Bu eserler de Arapların Osmanlı’ya isyan ettiği yönündeki klişeden öte bir tarih anlayışını kavrayabilmek adına önemlidir. Klasik Yayınları, 10 hatıratı “Arap Gözüyle Osmanlı” isimli bir seride topladı. Dizide yer alan Kral Abdullah’ın “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik” ve bağımsız Irak’ın ilk başbakanlarından Cafer El Askeri’nin “İsyancı Arap Ordusunda Bir Bahriyeli” kitapları dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor.
Hatıratlar, tarihin anlaşılmasına yardımcı olmalarının yanı sıra sosyolojik birer kaynaktırlar. Günümüzde yaşayan veya vefat eden yazar, ilim adamı ve kanaat önderlerinin hatıratları günümüzde olduğu gibi gelecekte de toplumsal araştırmalarda kullanılacaktır.
Son olarak hatıratlar, anlatılan dönemi anlamak açısından önemli araçlar fakat onların tarihin asli kaynağı gibi okunmaması gerekiyor. Ayrıca aynı dönemde yazılan farklı kişilerin hatıratlarındaki çelişkilere de hazır olmalı ve şaşırmamalı. Örneğin Mahir İz hatıratında ilk Şer’iyye ve Evkaf Vekili Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’nin gerçek bir alim ve münevver olduğunu söylerken Ali Ulvi Kurucu ise onu İttihatçı olarak suçluyor ve İnkılaplar sebebiyle Medine’ye hicret eden alimler için “Yeryüzünde yatacak yer bulamadılar, vatan onları dışarı attı” dediğini söylüyor.