İlyiç, bu noktadan sonra acılar içinde, gün be gün eriyerek ölüme gider. Fakat onu öldürecek olan böbrek rahatsızlığı değil, çevresinin ilgisizliğidir. Daha doğrusu, ilgilerinin sahteliğidir. Ve İlyiç, artık bu sahtelikten tiksinmektedir.
Birkaç ay önce üniversiteye henüz başlamış bir arkadaşımız ziyaretimize geldi. Dergimizi takip ettiğini ve çok beğendiğini söyledi. Yazı işlerinde çalışan bizlerle tanışmak istediğini… Hay hay dedik, tanıştık, konuştuk. Kendisinden bahsetti. Lisedeyken bir derginin çıkmasına öncülük ettiğini, okullarında nasıl bir örgütlenme içerisinde olduklarını, topluca cumaya gidebilmek için ders saatlerini değiştirttiklerini anlattı. İyi bir üniversitenin siyasal bilimler fakültesini kazandığından fakat puanının daha rahat iş bulma imkânı olan bölümlere yetebileceğinden bahsetti. Üniversitede de boş durmak niyetinde değilmiş, yurt dışına çıkmak, özellikle İslâm coğrafyasını tanımak, Arapça başta olmak üzere muhtelif yabancı diller öğrenmek, farklı etkinliklerle kendisini geliştirmek istiyormuş. İslâm’ın bizlere, kendimizi geliştirmemize ihtiyacı olduğunu, Müslümanların dünyayı tanımadığını, dil bilen aktif insanlara ihtiyacı olduğunu, Müslümanların çok zulüm gördüklerini, artık bizlerle bu dünya düzeninin değişmesi gerektiğini söyledi.
Birkaç saat sonra, saatine baktı, bir programa yetişmesi gerektiğini söyleyerek kalktı.
Birkaç gün sonra, bu arkadaşın bizi sosyal medya hesaplarından eklediğini, takip ettiğini gördük.
***
Geride bıraktığımız ay, ABD’de üç Müslüman gencin öldürüldüğü haberini duyduk. Üzüldük. Medyada da çok tartışıldı, paylaşıldı. Özellikle İslamcılığı bir kimlik olarak üzerine alanlar, o üç Müslümanı sahiplendi, sosyal medya hesaplarından bu olayla ilgili yorumlarını paylaştı. Charlie Hebdo’ya sahip çıkanların buna neden sahip çıkmadığı, ABD’nin, İsrail’in, Batılı ülkelerin neden sessiz kaldığı sosyal medyadan haykırıldı. Bu ülkelere yeniden nefret bilendi, kahırlar, lanetler okundu. Kısaca, dünyada ne zaman bir Müslüman katledilse söylenenler, yapılanlar tekrarlandı.
Yukarıda bahsettiğimiz arkadaş da sosyal medya üzerinden benzer tepkiler gösterdi.
***
Gezi Parkı olaylarında, hatırlayacaksınız, Ulusal Kanal spikeri; “Keşke birkaç ölüm olsa… Güzel olurdu” demişti.
***
Bir kitap tavsiye edeyim. Rus yazar Lev Tolstoy’un eseri. İsmi İvan İlyiç’in Ölümü. Çok değil, 112 sayfa. Hızlı okuyan bir gecede bitirir.
Biraz bahsedeyim:
Kitap, birinci bölümde İvan İlyiç’in ölüm haberiyle açılıyor. Onun ölümü ve cenaze töreni sırasında eşinin, çocuklarının, dostlarının neler düşündüğü anlatılıyor. İkinci bölümden itibaren İlyiç’in hayatına dalıyoruz. İlyiç, hepimiz gibi sıradan bir insandır. Ufak tatsızlıkları saymazsak mutlu sayılacak bir hayatı vardır. Bir gün, ufak bir kaza geçirir ve günler geçtikçe bu kazada bir çerçeveye vurduğu karnı daha da ağrımaya, onu rahatsız etmeye başlar. Doktorlara gider, çare bulamaz, evde, iş yerinde, arkadaşlarının yanında acıyla oturur, çalışır, oyun oynar. Fakat kimse onun acısına aldırmaz. Aslında aldırır da, İlyiç bununla yetinmez. Yetinmez çünkü karşısındakilerin tavırlarının sahici olmadığının farkındadır. Edward Wasiolek, İlyiç’in bu durumunu şöyle özetler:
“İvan İlyiç hastalandığında, hekimlerin gözünde bir böbrek hastası, vist arkadaşlarının gözünde kendilerini yarı yolda bırakan bir partner, karısının gözündeyse huysuz bir koca haline gelir.”
İlyiç, bu noktadan sonra acılar içinde, gün be gün eriyerek ölüme gider. Fakat onu öldürecek olan böbrek rahatsızlığı değil, çevresinin ilgisizliğidir. Doğrusu, ilgilerinin sahteliğidir. Ve İlyiç, artık bu sahtelikten tiksinmektedir.
***
İslâm’ın mı bizlere, bizlerin mi İslâm’a ihtiyacı var? Yabancı dillere mi yoksa kendimizi yeniden tanımlayacak, tanıtacak bir dile mi ihtiyacımız var? Yurt dışına mı yoksa biraz olsun kendi dışımıza mı çıkmaya ihtiyacımız var? Zalim Batı’nın zulmünden mi, insanların ölümünü bile dünyevi ihtiraslara alet eden zalim nefsin zulmünden mi… Dünyayı mı yoksa kendimizi mi kurtarmaya…
Not: Yukarıda bahsedilen arkadaş dergimize hiç gelmemiştir. Zaten öyle bir arkadaş da yoktur. Fakat sanırım siz onu tanıdınız.