“O, içinde yaşadığı topluluğa ait zihniyeti vermekte emsalsiz biridir.”
"Birçok ülke ve şehir, coğrafyacılar ve tarihçiler tarafından ayrıntılarıyla tanımlanmış olsa da benim ikametgahım olan İslambol (İstanbul) henüz anlatılmadı… Hicretin 1041 (miladî 1631) tarihinde yaya olarak Belde-i Tayyibe yani İslambol’un çevresinde olan köy ve kasabaları ve bin bahçe, güllük gülistanlık İrem bağlarını gezip görünce hatırıma büyük seyahat arzuları geldi. ‘Anne, baba, üstad ve kardeş kahırlarından nice kurtulup dünyayı dolaşırım’ diye her an Cenab-ı Bari’den, ‘dünyada beden sağlığı, tam seyahat ve son nefeste iman’ ricasında idim.’’ Böyle başlıyor Seyahatname. Evliya Çelebi’nin, asırları aşarak bugünümüzü de aydınlatan o dev eseri.
Arapların İbn-i Batuta’sı, Batılıların da Kristof Kolomb’u hükmünde olan Evliya Çelebi, 1611’in Mart ayında (hicri 1020), aşure gününde dünyaya gelir. Bu ay doğumunun 404. yıldönümünü idrak edeceğiz. Fatih Unkapanı’nda doğar. Ve hayatının İstanbul kısmını burada geçirir. Doğduğu dönemde Osmanlı tahtında I. Ahmed vardır. Yaşamı hakkında bilinenler seyahat hatıralarını topladığı on ciltlik o muazzam eserine dayanır. Gerçek adı tam olarak bilinmemektedir. Çelebi onun ünvanıdır. Kendisinden Fakir, Değersiz, Aşağı olarak bahseder. Babası padişahların kuyumcubaşılığını yapan bir zattır, soyunu Ahmet Yesevi’ye, oradan da Efendimiz’e (s.a.v.) dayandırır.
Eseriyle Bütünleşmiş Biri
40 yılı aşkın bir sürede hemen hemen tüm Osmanlı ülkesini ve diğer memleketleri dolaşarak hem kendi kültür tarihimizde hem de dünya tarihinde örneğine az rastlanan büyük bir seyahatname kaleme almış ve bugün önemi giderek artan bu eseriyle adeta bütünleşmiştir.
Eserinden mübalağalı anlatımı sevdiğini anladığımız gezginimiz, doğduğu sırada evde 70 ulema ve meşayih bulunduğunu, onların manevi yardımlarından dolayı macera dolu hayatında her türlü dert ve sıkıntıdan kolayca kurtulduğunu söyler. Yine kendi anlatımına göre bir gün Efendimiz’i (s.a.v.) rüyasında görür ve heyecanla “Şefaat Ya Resulallah” diyeceğine “Seyahat Ya Resulallah” der. Buna mukabil Efendimiz (s.a.v.) tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdeler, cemaatte bulunan ashabın duasını alır.
İyi bir eğitim gördüğü anlaşılan Evliya Çelebi, 7 yıl devam ettiği medresede Hoca Evliya Mehmed Efendi’den hafızlığını tamamlar. Babasından hattatlık öğrenir. (Bu sayfalarda geleneğimizden tanıttığımız çoğu ismin ilk eğitimlerini babalarından aldıklarının altını bir kez daha çizmek isteriz.) Saraya intisap ederek Enderun’da tahsilini sürdürür. Güzel sesi dolayısıyla musiki eğitimi alır. Sık sık padişahın huzuruna çıkıp nükte ve hoş sözlerle onu oyaladığı anlatılır.
Fetihle Gelen Seyahat
Babasının arkadaşlarından dinlediği seyahat maceraları onu çok etkiler ve içinde alevlenen seyahat arzusunu kamçılar. İstanbul’u semt semt gezmeye başlar, kahvehanelerde gezdiği yerler ile ilgili bilgiler toplar, 1640’ta Bursa’ya gider. Döndüğünde bir seyahatname yazmaya karar verir. Kütahya, Manisa ve İzmit’e kısa seyahatlerde bulunur. Uzak memleketlere ilk ziyareti Kırım’a olur. Fetihlere katılarak bölgeyi gezer. O zamanki şartları düşündüğümüzde oldukça akıllıcadır, çünkü tek başına seyahat etmek hem daha meşakkatli hem de emniyetsizdir.
Kırım’dan İstanbul’a deniz yoluyla dönerken gemi batma tehlikesi yaşar. Ölüm korkusuyla ciddi bir şekilde tanışan seyyahımız, İstanbul’a geldikten sonra 4 yıl başka bir yere gezmeye gitmeye cesaret edemez. Ardından tekrar fetihlere katılarak seyahat etmeye başlar. Şam, Suriye, Filistin bölgelerine saray görevlisi olarak gider. İstanbul’a her gelişinde fırsat buldukça Anadolu viyaletlerini gezer. Yakın arkadaşlarından olan Melek Ahmed Paşa’nın Sadrazam olmasıyla birlikte Saray ile olan münasebeti güçlenir.
Sık sık çeşitli bölgelere seyahatler gerçekleştirir ve tekrar İstanbul’a döner. İran ve Bağdat’ı, Rusya ve Kazak bölgesini, Bosna ve Rumeli’yi, Avusturya, İsveç ve Hollanda gibi Avrupa vilayetlerini, Macaristan’ı, Kafkasya’yı ve Hac için Hicaz bölgesini gezer. Bu gezileri tek seferde değil, dönem dönem gerçekleştirir ve çoğunu Osmanlı ordusunun seferlerine katılarak yapar.
Padişahın Özel Hizmetinde Bulundu
İstanbul’da oturup resmi bir görev almak istemez fakat zekasıyla, sesi ve ailesi dolayısıyla tanınan biri olmanın avantajını kullanarak, imparatorluk dışına temsilci olarak gönderilen paşaların hizmetinde bulunmakta sorun yaşamaz. Seyahatlerinin çoğunu görevli olarak yapar. Bu görevler, katiplik, memurluk, imamlık, müezzinlik, tahsildarlık, arabuluculuk, elçilik, ulaklık, kuryelik, ordu ile savaşa katılmak ve en önemlisi musahiblik (padişahın özel hizmetinde bulunma görevini) yapar.
Seyahatlerinde ruhuna dokunan her şeyi parşömenlere döker, gittiği yerlerdeki halkların ilginç alışkanlıklarını ve tadı damağında kalan lezzetleri not eder, dönemin siyasi gerilimlerinde taraf olmaktan kendini alıkoyamaz. Doğu’yu Batı ile, Batı’yı da Doğu ile tanıştırmış olur. Bugün 10 ciltlik dev bir eser olan Seyahatname Allah’a hamd, Efendimiz’e (s.a.v.) salat ve selam ile başlar.
İlk defa duyduğu dil ve lehçeleri eserinde eksiksiz olarak kaydetmiş linguistik bir dehadır. Türkçe’yi iyi bilmesinin yanısıra Arapça, Farsça, Rumca, Yunanca ve Latince bilir. Anlatımı yalın ve duru olmakla birlikte, fantastik öğelere de bolca yer verir. Ata iyi bindiğini, güzel silah kullandığını söyler. İnce zekası, hazırcevaplılığı ve güler yüzü ile defalarca ölüm tehlikesi ile karşılaşmış ama kurtulmayı başarmıştır. Ailesinin durumu iyi olduğu için maddi sıkıntı çekmemiştir.
“Türklerin Tarihi”ni oryantalist bakışlardan uzak, en ciddi ve hakkaniyetli bir şekilde araştırıp yayımlayan Jean-Paul Roux, Evliya Çelebi hakkında “gerçek bir gezgin ve gezdiği yerler hakkında son derece yararlı bilgiler veren iyi bir vakayinamecidir” der. Ahmet Hamdi Tanpınar, içinde yaşadığı topluluğa ait zihniyeti vermekte emsalsiz olduğunu söyler. İlber Ortaylı’ya göre, Seyahatname’nin her cildi bir hazinedir.
Seyahatname’nin latin harflerine çevrilmesi ve daha sonra günümüz Türkçe’sine göre düzenlenmesi ancak 90’lı yıllarda yapılmıştır. Buna benzer ayıplar yüzümüzü kızartmaya devam edecek gibi gözüküyor. Evliya Çelebi’nin tam vefat tarihi bilinmemekle birlikte 1682’de Mısır’da öldüğü tahmin edilmektedir. Rabbimiz ona da bize de rahmet etsin.