Erteleyen, atıl kalmaya sebep olacak kadar ince eleyip sık dokuyan, çok düşünen, bi dur bakalım diyenlerdenseniz –teenni üzere olmayı kastetmiyorum elbet- siz daha çok beklersiniz, atı alan Üsküdar’ı geçer.
Bir tanıdığım vardı. Sabah biraz geç kaldığı olursa, bütün dünya hızla ilerlemiş ve ben geç kalmışım gibi hissederim derdi. Biraz geç kalkıyorsunuz ve geride kalıyorsunuz. Hayat bir yönüyle böyle. Acele etmeden ama hergün biraz yol alarak ilmik ilmik dokunması gereken bir kumaş.
İslam, vaktin doğru kullanılmasını çok önemsemiş. Düsturlara bağlamış. Boş işlerden uzak durmamızı salık vermiş. Boş iş, dünyaya da ahirete de faydası olmayan ama vaktini çalan iş. Vakit önemli çünkü dünyadaki varlığın, yani ahireti kazanmak için sana tanınan süre o kadar. Ve sen bu vakit nerede nihayete erer bilmiyorsun.
Biraz gençlik, biraz dünyanın aldatmacaları, biraz nefsin tuzakları derken hızlıca gelip geçen günlerin çarkları arasında biz de beşikteki çocuklar gibi sallanıp duruyoruz. Gözlerimiz de gönlümüz de etraftaki hareketle oyalanıyor. Ellerimiz havada hayalleri kovalıyor sanki.
Tasavvufta ibnul vakt ve ebul vakt tabirleri var. Zamanın oğlu olmak ve ardından zamanın babası kıvamına ermek. İkisi arası ne kadar mesafedir, bilen söylemez, söyleyen bilmez.
İbnul vakt zaman neyi gerektiriyorsa onu yapmak. Şimdi gece, vücudun dinlenmesi lazım. Şimdi seher vakti, zikirle kalbi temizlemeli. Şimdi okul, dersleri iyi çalışmalı. Şimdi tatil, vücudu ve zihni dinlendirecek işler bulmalı, meşguliyetin ihtivası değiştirilerek dinlenme yoluna gidilmeli. Ders vakti, sıra altından tivit atarak, sonra evde anne baba senin yüzüne bakarken, kafanı kitaplara gömerek ibnul vakt olunmuyor.
Vakti doğru kullanmasını bilen -en azından buna gayret eden diyelim- hem işlerini nizama koyma yolunda ilerler hem de önüne çıkan fırsatları değerlendirebilmede fark atar. Erteleyen, atıl kalmaya sebep olacak kadar ince eleyip sık dokuyan, çok düşünen, bi dur bakalım diyenlerdenseniz –teenni üzere olmayı kastetmiyorum elbet- siz daha çok beklersiniz, atı alan Üsküdar’ı geçer.
Derler ki, bir yandan o durduğun günleri tamamlamak zorunda kalırsın, bir yandan yeni gelen günün vaktini değerlendirmek durumundasındır. Fark kapatmak kolay değildir lakin Allah’ın yardımı her zaman işlerin rengini değiştirebilir. Bir yandan Allah’ın yardımını ummalı bir yandan da günü, gün içinde değerlendirecek prensipler sahibi olmalı.
Fatih, o yirmi bir yaşında İstanbul’u fetheden kumandan, öyle planlarım var ki, kavuğum bilmez, diyor. Bir yandan vakti değerlendiriyor bir yandan planına, projesine sahip çıkıyor. Yine bir hocam derdi, sizin aklınıza geldiyse başkasının da gelmiştir. Ertelemeyin, yapın. Öyle insanlar vardır ya hani, yeni ve orijinal bir iş karşısında “benim aklıma gelmişti” derler, arkasından bir yemin savurarak. Doğrudur da, dedik ya biri düşünmüşse başkası da düşünmüştür. Aradaki farkı oluşturan kimin önce harekete geçtiği, kimin vaktini değerlendirmek için gayret gösterdiği...
Hayallerimizin başka ellerde vücut bulmasından sıkıntı duymuyorsak sorun yok. Bu benim de aklıma gelmişti, cümlelerine yenilerini eklemek istiyorsak da sorun yok. Fakat kervanın arkasından koşsam yetişilmez, seslensem işitilmez diye ah vah edip, yere yığılıp kalmak istemiyorsak, artık yeter diyelim mi?
Üsküdar’da nice atlının izi duruyor, içimiz sızlıyor…