Zeki Dursun
Modern zamanın insanı bizler gücün(!) içinde acizleriz. Bize güç diye yutturulmaya çalışılan haplar içinde dertlerimize çözümler arıyoruz. Halbuki çözümü bırakıp elzem olan dermana koşmak, kendimize bir Lokman Hekim bulmak zorundayız. Çünkü insanı başka bir insan, insan yapar.
Bugün her şeyi bilmeye çalışan bizler için unuttuğumuz şey kendi’miz. Ortada sürekli şişirilen ve önemsendiği söylenen bir “ben” var ama bu “ben” bir “kendi” değil. Bir şekilde çoğunluğumuzun aklımızdan zorumuz var. Sürekli makineler için yaşıyoruz, ceplerimizde makinelerimizin şarj aletleri. Gözlerimiz yığınlar arasında elektrik prizi arar oldu. Dünyayı arayanımız çok. Ahireti arayanımız ise az. Hakkı arayanlar ise gizlinin de gizlisi. Modern zamanın insanları olarak bizler bir şekilde modernin aygıtlarına kendimizi teslim etmiş durumdayız. Aygıtsız nasıl yaşanır bilmez olduk. Yer yutuyor, rüzgar savuruyor bizi, izimizden esame okunmuyor. Kim anacak bizi belli değil. Dışımızı süslemeye çalışırken içimizi ihmal ediyoruz. Zannediyoruz ki iyi yer, iyi içersek dünya daha güzel olacak. Gözlerimiz kulaklarımız gibi bize ait değil sanki.
Bu zamanın insanının en büyük sorunu bu rengarenk sular. Rengarenk sulardan içtiğimizden beri su’yu/büyüğü unuttuk, su’yu/büyüğü aramayı unuttuk. Su’dan/büyükten habersiz yaşıyoruz. Hatta su yerine rengarenk şeyler içiyoruz. Güvenlik alanlarımız ben’imizle sınırlı. Orada bir değişiklik olsa feryat u figan kapımızda. Her şeyden korkan ama hiçbir şeyi de önemsemeyen bizler. Ne zaman başımız sıkışsa ve adına modern tıp denilen kocaman karmakarışık meçhul bize “biz çaresiziz” ya da “Allah’tan ümid kesilmez” dese içimizdeki rengarenk sular kanımızı daha da acıtıyor. Allah ve ümid sözcüklerini hatırlayıp Allah aramaya(!) koyuluyoruz belki ya da içimizdeki rengarenk bulanık sulara gömülüyoruz. Hiddet, öfke, haramlar, içkiler, kumar çoğalıyor. Sabır ve kanaati ise zayıflatıyoruz.
Allah’ı, o Mutlak olanı kelime düzeyinde hatırlamaya çalışırken kapılar dolaşmaya çalışıyoruz. Bu sefer ben’imiz gibi ben’lerin tavsiyeleri bizi daha bunaltıyor ama bir ümid diyerek diğer ben’lerin sözlerine uyarak şehir şehir, diyar diyar, köy köy, kasaba kasaba dolanıp duruyoruz. Adımız suyunu arayan ben’e dönüşene kadar geziyoruz. Vakit tamam olursa bir Allah adamı bize kendi suyundan ikram ediyor. Bir anda içimizde bir başka su büyüyor. Tertemiz bir su, renkli değil bu, saf su. Tabiatın içinde içine hiçbir şey karışmamış su misali bir Usta. Ustaya varmadan olmaz, varıp hele hiç olmaz. Sözünü/kendi suyundan ikramını tumak gerek: İlla edeb illa edeb.
Hor görme, der önce Büyük. “Gözler değişmeden bir şey değişmez.” “Helal gelene bak”, “Haram olanın kendisi ve cezası ağır”, “sen yerdeki çamuru gündüz görme; gecede yıldızları gör”, yol sondajlarımız olur Büyük’ün.
Sonra der ki Sabır. “Allah’tan başkasına şikayetten egonu men et.” Ego bize tanıdık geldiği için rengarenk sularımızdan utanıyoruz, gönülden bir su geliyor gözlerimize, yanaklarımıza dökülen su ateşi bizi daha da yandırıyor.
Sabrın sonu gönlün selametidir. Kainata döndürür seni . Ben’in kainattaki yerini anlamaya çalışarak gönüldeki sesin kime ait olduğunu düşünür insan Büyük kapısında. O zaman der ki insan: “Bu beden Asıl için misafirgah.” Allah gönüldeki ruh ile meşgul olduğu için gönlün mekanı bedenin temiz tutulması emrolur. Temizlik, ben’ine emredilen bedene bakar ve şöyle der BÜYÜK:
“Ruhun hastalık ve sağlığı yoktur.
Hastalık ve sağlık cesede aid, aklın hududları içindedir.
Hasta vücud yoktur. Hastalanmış vücud vardır.
Kirli hava yoktur. Kirletilmiş hava vardır.
Kirlenmesi bir iş görüyor demektir.
Kirli su yoktur. Kirletilmiş su vardır.
….Bu haller Hak Teala’nın El-Bakî olduğuna işarettir.”1
Bu rahmet sularının idrakine varan ben için ben’likte durmak akıl işi değildir. Suyu arayan ben, artık suyu arayan bir kendi’ye dönüşür.
Modern zamanın insanı bizler gücün(!) içinde acizleriz. Bize güç diye yutturulmaya çalışılan haplar içinde dertlerimize çözümler arıyoruz. Halbuki çözümü bırakıp elzem olan dermana koşmak, kendimize bir Lokman Hekim bulmak zorundayız. Kendi suyumuzu/ruhumuzu keşif için bir hekime varmak zorundayız. Çünkü insanı başka bir insan, insan yapar.
Lokman Hekim, Allah’ın aziz eylediği bir kuldur. Onunla her şey dosttur, denizdeki balık, yoldaki karınca. Ona, toprağa konulduğunda, hiçbir şey yanaşamaz edebinden. Bunları düşünürken içimizdeki rengarenk sulara aldatarak beyaz da su mu olurmuş demek düşmektir. Çünkü dünyada herkes gaflette değildir. O Allah’ı gösterir. Onlar ilahi edeple müzeyyendir. O insanların en hayırlısıdır çünkü “İnsanın en hayırlısı susayana su verendir.” hadisi şerifinin mazharıdır.
İnsana düşen; suya dalmak/büyüğe yaslanmak, sudaki damlalar olan manaları/hikemleri anlamaktır. Aklın ermezse suyu yücelterek lal u ebkem kılın. Unutma, dünya bir varmış bir yokmuş hikâyesinden ibarettir.
Dipnot: 1- Münir Derman, Allah Dostu Der ki/Su-1, 3. Baskı,s.34