Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra hiçbir zaman toparlanamamış, dağılmış, parçalanmak istenen bir Ortadoğu coğrafyası var. Bu coğrafyadaki devletlerin hemen hepsi Osmanlı sonrası müstakil bir devlet hüviyeti kazanmış olsalar da yüz yıllık zaman diliminde yerleşik bir düzen kurma noktasında başarılı olamadılar. O günden bugüne dış mihrakların bu coğrafya üzerindeki emelleri ve kendi topraklarında yaşadıkları çatışmalar sonucu bölünmüş bir Ortadoğu haritası oluştu gözümüzde.
Yaklaşık beş-altı ay önce IŞİD adlı örgütün belirip bölgede tedhiş hareketlerini arttırarak sürdürmesi, geçtiğimiz hafta Yemen’de Husiler’in yönetimi ele geçirmesi tansiyonu zinde tutuyor. Bölgede emeli olan devletlerden ABD ve İsrail’in binlerce taktiğe rağmen hâkim olamadıkları Ortadoğu bu güçlerle ilişkili olan silahlı örgütlerin neredeyse tamamen hakimiyeti altına girmek üzere. Prof. Dr. Sedat Laçiner’in daha önce belirttiği gibi bölgedeki olaylar tam da İsrail’in arzularına paralel olarak gelişiyor. Sonuç olarak Ortadoğu’da sınırların yeniden şekillenmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Lakin yeni bir Ortadoğu haritası çizilmesi bölgedeki sorunların da nihayete ermesi anlamını taşımıyor.
O zaman Ortadoğu ülkeleri ne yapmalı ki hem yerleşik bir düzen kurabilsin hem de iç çatışmaların önüne geçsin ve bölgede emeli olan dış güçlere karşı ciddi bir savunma politikası geliştirsin? Bu ülkelerin bu sorulardan yola çıkarak yeniden bir yapılanma hareketinin planlarını yapması problemlerin çözümü için bir başlangıç sayılabilecektir. Problemlerin çözümü için içten dışa doğru yaklaşımı makul gibi görünüyor. Öncelikle bölge ülkelerinin çözüm müzakereleri düzenlemesi ve radikal kararlar almaları icap etmektedir. Bölgedeki mezhep çatışmalarının durdurulması için yapılması gerekenler tartışılıp, kararlar alınmalıdır.
Zaten mezhep çatışmaları çoğu ülkede iç barışı zedelerken dış güçlerin de ellerini ovuşturmasına sebep olmaktadır. Düşünün sekiz milyon nüfuslu İsrail bölgedeki diğer devletlerin tümüne pervasızca tehditler gönderebilmektedir. Bu da diğer ülkeler arasındaki bağın ne kadar zayıf ve çözüm üretebilecek stratejik akıldan yoksun olduklarına bir örnektir. Bu boşluktan istifade eden İsrail devleti bırakın bu ülkeleri yıllardır arkasına dayandığı müttefiki ABD’nin dünya üzerindeki en şedid muarızlarından biri olan İran’ı bile şımarık bir edayla tehdit edebilmektedir. Bu noktada İran’a yanaşabilmek hem mezhep çatışmalarını dindirebilecek hem de bölgede emelleri olan dış güçlerin karşısına güçlü bir müttefikle çıkılabilecektir. Tabii tek bir müttefik yeterli değildir Avrupa ve Asya devletlerinden de destek alınmalıdır.
Bir de bölgede aktif olan silahlı örgütlerin geri çekilmesi için ikna edilmesi gibi bir mecburiyet var. Bölge devletlerinin durumu göz önüne alındığında bu örgütlerle silahlı çatışmalara girmek hem maliyetli hem de çözümün uzun süreye yayılmasına sebebiyet verecektir. Öyleyse bu örgütlerle de müzakereler gerçekleştirmek daha makul bir yaklaşım gibi duruyor. (Örn: Türk hükümetinin PKK ile yaptığı müzakereler)
Bölgede bu dediklerimizi gerçekleştirebilecek bir devletin ortaya çıkması diğerlerine de model olabilir. Dünya üzerinde dengelerin değiştiği bu dönem Ortadoğu ülkeleri için yeni bir başlangıç fırsatı olabilir. Aksini düşündüğümüzde; Bölgede emperyalist bir kuvvetin denetimi ele geçirmesi (stratejik konum göz önüne aldığında) üç kıta için de muazzam bir tehlikedir. Bu yüzden muhataplar işin enini boyunu sağlam hesaplamakla ve ileride herhangi bir pürüz oluşturmayacak müttefikler bulmak zorundadır. Müttefikler hususunda bir yüzyıl önce düşülen hataya tekrar düşülmelidir.
Ortadoğu’nun hesabı büyük. Bakalım bu zor badire aşılıp toparlanan bir Ortadoğu çıkacak mı? 21. yy. efsanevi Ortadoğu’yu anımsatabilecek mi dünyaya?