
Fatih Çelik
Gözbebekleri teessürlüydü. Sekiz on senelik ‘‘aile terbiyesi’’ adı verilen talimin ardından herkes birer birer cepheye gelmekteydi. Hayat savaşıydı bunun adı. Rahatça yaşayacağı bir işi kazanmak adına büyük bir savaş veriyordu insanoğlu. Hanın kapısından girerken neden ağladığını şimdi daha iyi anlıyordu.
Hanın giriş kapısının önünde kuyruk uzadıkça uzuyordu. Ana rahminden bileti kesilen herkes son hazırlıklarını yapıyordu. Kimisi için kırk kimisi için elli yıl sürecek olan han yolculuğu başlamak üzereydi. Yüzlerde, meçhule çıkılacak bir yolculuğun korku ve endişeleri hâkimdi. Korku ve endişe hanın içerisine girilmesiyle yerini haykırışlarla dolu yağmur misali yanaklardan kayan gözyaşlarına bırakmıştı. Herkes bir meçhule doğru yol aldığının farkındaydı.
Gözbebekleri teessürlüydü. Sekiz on senelik ‘‘aile terbiyesi’’ adı verilen talimin ardından herkes birer birer cepheye gelmekteydi. Hayat savaşıydı bunun adı. Rahatça yaşayacağı bir işi kazanmak adına büyük bir savaş veriyordu insanoğlu. Hanın kapısından girerken neden ağladığını şimdi daha iyi anlıyordu.
Savaşın ardından hanın çıkış kapısına varıncaya kadar konaklayacağı bir yer bulmalıydı.
Herkesin elinde savaştan aldığı ganimetler vardı fakat ne gariptir ki kimse elindekilerine rağmen rahat bir yer bulamıyordu. Hanın kapısındaki sözcük dikkatini çekmişti: “Bu hanın yapılış gayesi savaşta terk ettiğiniz enkazda gizlidir.˝
Ne demek istiyordu acaba? Bu bilmeceyi çözmeliydi. Enkaz, enkaz, enkaz…
Galiba bulmuştu. Enkazda kalan şey savaştaki ganimetler uğruna tahrip olan duygulardı. İçindekileri bir bir herkese anlatmaya başlamıştı. Gaipten bir ses bu çok zor bir iş dedi. Aradığı belki de Kaf dağının ardındaydı ama vazgeçmeyecekti. Enkazda yaralanan kalbinin ilacı belki de yine kendisinin ki gibi yaralı bir kalpti. Kendi kalbi kırıktı. Kendi kalbi yarımdı. Diğer yarısını bulursa işte o zaman em bilmece çözülecek hem de toz duman olmuş gönül enkazının yerinde bir gül bahçesi açacaktı.
Aklı da kalbine destek vermekteydi. Gönül kandiliyle karakışta aşkla ısıttığı kalbini parçalanmış yırtık pırtık umuduna sararak yollara düşmüştü. Arkasından bakanlar ˝çıldırmış olmalı˝ diyerek acı acı güldü. Evet, herkes bir şeylerin peşinden gitti. Bazıları aşkı sevgiyi bir et parçası sanıp hislerini tatmin etmek için gitti. Kimisi aklını başından, gönlünü kalbinden söküp atmak için şişelerin dipsiz kuyularına gitti. Kimse hanın kapısında asılı olan yazıya bakmadı bile, buna ne gerek vardı ki…
Bu yolculuk oldukça zor olmaktaydı. Neyle karşılaşacağını bilmeden nereye gideceğini bilmeden yapılan bu yolculuğun sonunu kestiremiyordu. O bir Ferhat değildi. Evet, arayışı her şeyi göze alışı da onunki gibiydi. Lakin arada bir fark vardı. O sadece beşeri aşkı aramıyordu. Bilmeceyi çözmeye çalışıyor, belki de hanın sahibiyle buluşmak istiyordu. Enkazın altından kalkıp, tertemiz bir kalp ile büyük vuslatı diliyordu…