Bizim gayretimiz değil koca bir gemi; belki küçük bir kayıktır.
İlmine Güvenme!
Kazan kaynıyor, bulutlar fokurduyordu. İnkar edenlerin helak olmasına ramak kalmıştı. İman, keskin bir sınır. Kimin isminin üstü çizileceğini belirliyor; isminin altı çizilecek iman edenleri ise ötelere taşıyordu. Hz. Nuh, o tarihe kadar hiçbir teknoloji ve bilim ile yapılamayacak olan ancak sevk-i ilahi ile inşaa ettiği gemisinden tufanı izliyordu. Bir ara gözü, dalgalar arasında sığınacak yer arayan oğluna ilişti. ‘Oğlum gel ve Allah’ın gemisine sığın! İnkar edenlerden olma!’ diyerek feryat etti. Ancak oğlu, her hayvandan çift çift seçilerek tıklım tıklım doldurulmuş muhteşem geminin halini görüp, hareket dahi edemeyeceğini düşünüyordu. Kendi ilmince(!) en güvenilir yerin çıkabileceği yüksek bir tepelik olduğunu sanıyordu! Neden sonra gemi, Allah’ın selametiyle yolunu tuttuğunda, boğulanların çığlıkları arasında bir gerçeği haykırıyordu: İlmine güvenme! Çünkü ilmi yaratan Allah! İlmin basit, maddeci sınırlarından kurtul! Sebeplere yaslanma! Müsebbibul Esbab (sebepleri yaratan) ancak Allah!
İlminle Gururlanma!
Hz. Süleyman, bir peygamber aynı zamanda devrinin muhteşem hükümdarıydı. Çok uzaklarda bir ülkede kraliçe Belkıs’ın dillere destan tahtını Hüdhüd kuşundan dinlemiş! Ve vezirlerine o tahtı sarayına getirmelerini emretmişti. Bir zaman sonra ‘kitaptan ilmi olan bir vezir’, göz açıp kapayıncaya kadar tahtı oracığa kondurmuştu. 21. yüzyılda ışınlanma teknolojisinde daha yeni adımlar atılmaya başlanıyor; ‘atom düzeyindeki bilgiyi biz ışınladık!’ diye gururlu bilim insanları daha henüz boy gösterebiliyordu. Bunun aksine Hz. Süleyman, binlerce yıl önce olay vuku bulduğu anda, Müsebbibul Esbab’ını anmış ve şu cümleler elmas harflerle Kur’an’a işlenmişti: ‘Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbim’in (gösterdiği) lütfundandır.’
İlmin Dahi Kendinden Olduğunu Sanma!
Mucizeler peygamberlerin nişaneleridir. Hz. Musa, denizi bir değnekle yarabilirken; Hz. İsa, ölüleri Rabbinin izniyle diriltebiliyordu. Peygamberlerin imamı, ilk yaratılan ancak en son teşrif eden Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de işte tüm bu mucizelerin tek elde toplandığı En Şerefli Derya’dır. Etrafındaki müşriklere gelmiş geçmiş en büyük mucizeyi -Sevgilisi’nin inayetiyle- bir parmak işaretiyle Ay’ı yararak gösteriyor ve bütün zamanlarda doğacak olan insanlara tebliğini hayatıyla irşad ediyordu: Gül güzeldir. Ancak Gül’ü ilim ve hikmetiyle yaratan Allah, en güzeldir. Güneş muhteşemdir. Ancak Güneş’lerin Güneş’i olan Allah, aziz ve hakimdir. Herşeye gücü yeten, hüküm ve hikmet sahibidir!
Tarih defalarca böyle mucizelerle Nuh’un Gemisi misali dopdoludur. Geminin sefere başladığı yerde, mazide, ne kadar mucizeler yaratılsa; seferin son bulacağı ahir zamanda da bu mucizelerin, ilmimiz ve teknolojimiz ile ulaşabileceğimiz sınırları çizilmiştir.
Devrimiz biliminin mabeynine kazınan ‘kendine güvenme, gururlanma ve öğrendiği ilimde hikmetini sorgulamayıp sadece maddeci bakış tarzıyla daha iyisini geliştirme çabası’ bizleri Genç Bilim gibi bir Nuh’un Gemisi’ni kurmak duasına sevk etti. Belki bizim gayretimiz değil koca bir gemi; belki küçük bir kayıktır. Sonu gelmez bilim ve teknoloji denizi içinde her daim Allah’ı hatırlatacak bir bilinç ve himmetini arayan bir kalp arayışında olup ‘akleden kalp’ kürekleriyle maddeden manaya ulaşmayı amaçlamaktayız. Genç Bilim, her alandan, her yaştan ve her bakış tarzından insanlara açık. Genç Bilim, en son bilimsel gelişmeleri sıcağı sıcağına öz kaynaklarından takip ederek araştırma yapmaya, düşünmeye, öğrenirken manasını da ‘akleden kalplerimize’ işlemeye odaklanmıştır. Hedefi sadece öğrenmek değil; özüne ve hikmetine inerek anladığını insanlarla paylaşmaya ve onların sadece ilmini değil; Allah’a imanında yakınlaşmalarını bir atom miktarınca dahi olsa vesile olmaya niyet etmiştir. Genç Bilim, günümüz maddeci ve hikmeti sorgulanmadan akıl midesine indiren materyalizm obezliğinin sebebidir. Müsessibul esbab ise Allah...