
Hafta içinde Hülya Avşar’ın cumhurbaşkanı sarayına dair açıklamalarına karşı ana muhalefet partisi liderinin verdiği sözlü tepkiler kamuoyunun dikkatini çekti. İkili arasındaki tartışmalar hakaretâmiz ifadelerle sürdü. Meselenin bu boyuta varması hoş olmasa da tarih sanatçı-siyasetçi arasındaki nice münakaşalardan birine daha tanıklık etti. Konu bu haliyle söz söylemeye değer.
Belirttiğimiz gibi tarihte sanatçı siyasetçi ilişkileri hep ilgi çekmiştir. Bu olayın ardından Habertürk Gazetesi yazarı Murat Bardakçı “Yalakalık ve Sanat” başlıklı köşe yazısında sanatçı-siyasetçi ilişkisini hem yerli hem batılı örnekler sunarak değerlendirmiş. Kısacası okumaya değer bir yazı.
Gelelim tarihte sanatçının siyasetle olan münasebetini irdelemeye. Türk tarihinde sanatçı-siyasetçi ilişkisini on asır öncesine kadar götürebiliriz. Yani Karahanlı Devleti`nin hüküm sürdüğü yıllara. Dönemin tanınmış alimlerinden olan Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı bir siyasetname özelliği taşıyan eserini dönemin hükümdarı Kara Buğra Han’a sunar. Yine aynı dönemde yaşayan Kaşgarlı Mahmud, Türk dilinin ilk sözlüğü Divanı Lügati’t Türk’ü hazırlayarak dönemin Abbasi halifesine takdim eder. İlerleyen zamanda bu tür ilişkilere rastlansa da Osmanlı devrinde bu ilişkilerin renklendiği görülür.
Osmanlı Divan şairleri, tezkire yazarları, müverrihler eserini tamamladıktan sonra padişaha bu eseri sunar sonra ihtiyacı doğrultusunda kendisine yardım edilirdi. Bunun yanında Osmanlı padişahları içinde sanatkâr ruhlu olanlar da vardı; tahtta kaldığı sürece âlim ve sanatçılara kol kanat gererlerdi. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Baki’ye Şairler Sultanı ünvanını vermesi, 3. Selim’in Şeyh Galip’e, 3. Ahmed’ in Nedim’e olan muhabbeti ve daha niceleri buna örnektir.
Sanatçının siyasetçilerle güzel ilişkileri olduğu gibi olumsuz örnekleri de tarihte görülmüştür. 16. Yüzyıl divan şairlerinden Hayreti devrinde gördüğü iki büyük hükümdara karşı “Ne Süleyman’a esiriz Ne Selim’in kuluyuz / Kimse bilmez bizi bir şah-ı kerimin kuluyuz" beytini yazarak devrin iki şanlı hükümdarına kul-köle olmaya itiraz eder. Hayreti ağır bir yaptırıma uğramaz ancak bir asır sonra yaşayan Nef’i ise onun kadar şanslı olamayacaktır. Dönemin hükümdarı 4. Murad ile sohbet arkadaşlığı yapan Nef’i sonra onun tarafından hicvetmekten men edilir. Lakin Nef’i bu sözünü tutamaz bunun üzerine boğularak idam edilir. İdamına, Katline sebep oldu hicvi hele Nef’i’nin diye tarih düşürülür.
Tanzimat dönemine kadar birkaç istisna dışında padişahların sanatçı ve ilim adamlarıyla ilişkileri pek bozulmamışsa da bu dönemde siyaset anlayışı gibi sanat ve sanatçının anlayışı da değişikliğe uğrar. Dediğimiz üzere siyasi anlayışın değişmesi sanatçıları da etkiler. Hatta savundukları rejim uğruna padişah ile çarpışmaktan çekinmezler. 2. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte bu ilişkiler sertleşir. Bu dönemde sanatçı, aydın, gazetecilerin kusurları bir yana İttihat ve Terakki yönetiminin baskıcı politikaları ilişkilerin sertleşmesine sebep olur. Gazetelerin kapatılması, gazetecilerin öldürülmesi gibi olaylar bunun tipik örneğidir. Hatta başlarda bu yönetimi destekleyen Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret gibi isimler sonraları muhalefet etmeye başlarlar.
Olumsuz ilişkiler Kemalist Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da sürer. 80 yıllık bu zaman diliminde Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi isimler aykırı düşüncelerinden ötürü resmi ideoloji tarafından aforoz edilirler. Bu üç isim de baskılardan dolayı yurt dışına gider ve ömrünü burada noktalar. Benzer akıbete uğrayan diğer bir isim ise Orhan Pamuk’tur. Resmi ideolojiye ters söylemlerde bulunan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü`nü kazansa da devletin zirvesi tarafından hiçbir şekilde kutlanılmaz.
Ana muhalefet partisi lideri sanatçının muhalif, aykırı olması gerektiğini belirtiyor. Lakin kendi partisinin zihniyetinin 80 yıl boyunca bu isimlere çektirdiğini ya bilmiyor ya da görmezden geliyor. Fark ederse özür de diler! Kim bilir… Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu gibi konuşsa bir kısım zevat ortalığı ayağa kaldırırdı muhtemelen. Gel gör ki ana muhalefetin liderine (istisnalar hariç) kamuoyundan sert tepkiler pek gelmedi. Kısaca belirtmek gerekirse sanatçının duruşunu, tavrını belirlemek bir politikacının görevi değildir. Gerçi en son okuduğu roman İnce Memed olan ana muhalefet lideri o günden sonra sanatçı tanıyabildiği de şüpheli. Eğer sanat meselelerine karşı derin bir ilgisi varsa o zaman sanat için soyunulur mu türünden sorulara da cevap vermesi gerekir.
Öyle düşünüyorum ki: İnsan başkalarına akıl vermeden evvel kendi çizgisini belirleyip, meslekî alanda yaptığı işin hakkını verebiliyor muyum diye sorgulama yapmalıdır.
Politikanın sanatçıya sanatçının da politikacıya işini öğretmesi edeplice söylersek had bilmemektir. Tabii ki siyasi iktidarlar yandaş olsun muhalif olsun her sanatçıya aynı mesafeden yaklaşmalıdır.
Son olarak 21. Yüzyıl’da sanatçı-siyasetçi ilişkisini hem sanatçılar hem de entelektüel ilgileri olan politikacılar gözden geçirmeliler.