Yirminci Yüzyıl Türkiyesi hem içeride hem de dışarıda parlak bir dönem geçirmedi. Milenyum olarak adlandırılan yirmi birinci yüzyıla girildikten kısa bir süre sonra görüldü ki; yirminci yüzyılın sönük Türkiyesi artık sahnede olmak hevesindeydi. Spor, turizm, kültür vb. alanlarda dikkat çekmeyi başarsa da rüşdün ispatlanacağı asıl sahne siyasetti. Avrupa ve Asya’yı birleştiren noktada olması, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Türkiye’yi jeopolitik açıdan önemli kılıyordu ancak dünya siyasetinde söz sahibi olan ülkelerin yanında adeta figüran gibi kalan bir Türkiye vardı. Yirmi birinci yüzyıla girildikten sonra ayaklanmak isteyen bir Türkiye belirecekti.
Yeni yüzyılın ilk zamanlarında iktidara gelecek olan AK Parti iktidarını uzun süre devam ettirecekti. Elbette AK Parti`nin uzun süre iktidarda kalması ilginç bir nokta değil. Lakin ileriki zamanlarda yapılacak araştırmalarda yirmi birinci yüzyılın ilk yarısı AK Parti`yle özdeşleştirilerek anılabilir. Türkiye’nin ön plana çıkmasına dışarıdan da sevinenler oldu, böylece kimi dostluklar gelişti. İslam coğrafyası, Afrika, Orta Asya Türkî cumhuriyetleri bu sayede kendilerine el uzatılacağı umudunu besliyorlardı. Türkiyede bir şeyler oluyordu olmasına lakin dışarıda da ciddi gelişmeler yaşanıyordu. Yani siyasî dengelerde de kimi değişiklikler oluyordu. Türkiye’nin kendi konumunu net şekilde belli etmesi dışarıdakileri belli ölçüde rahatsız edecekti ama siyasi menfaatler işin içine girince ciddi çarpışmalar doğmayacaktı. İleriki zamana dair ne olur tahmin etmek şimdilik güç.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Yirmi birinci yüzyılın bu zamana değin olan süreci bize göstermiştir ki; ileride Türk siyasi hayatını belirleyecekler İslamî-Muhafazakâr siyaset hareketi ile Kürt siyasi hareketidir. Günümüzde de siyaset belirttiğimiz iki grup arasında (iktidar ve muhalefet olarak) gelip gidiyor. Anlaşılan geleceğin siyasi aktörlerinin de bu gruplardan çıkması hiç şaşırtıcı olmayacak. Yirminci yüzyılın devletçi-jakoben-ulusçu siyaseti ülkeye hakim olmuş ve bu gruplara söz hakkı tanımamış idi. Nihayetinde bu gruplar uzun süren mücadelenin ardından haklarını kazandılar ve bugünün siyasetinde aktör konumundalar.
Bu çıkarımlardan sonra geleceği nasıl şekillendireceğiz? Yanıt vermemiz gereken su’al bu olmalı. Gelecekte siyasi lider vasfını elde edebileceklerin kimler olabileceğini kapalı da olsa işaret etmeye çalıştık. Bunu bir de medeniyet ekseninde ele almamız icap ediyor. Siyasi, ekonomik kazanımların yanında bu unsurun da şekillenmesi gerekir. Aktör olmayı öncelikle bir yetenek olarak düşünsek de bunu güçlü kılacak da “entelektüalizm”dir. Entelektüalizm de medeniyete yön verecek yegane araçlardandır. Bu insanları düşünce idmanlarına da alıştıracak araç da bundan başkası değildir.
Öyleyse geleceğe yön verme iddiasında olanlar artık ellerini uzatmalıdırlar.