Yirminci yüzyılda siyaset başta olmak üzere ekonomi, sanat, spor gibi pek çok alanda verimsiz bir Türkiye tablosu vardı. Yirminci yüzyılın son çeyreğiyle yirmi birinci yüzyılın başlarında ise çıtayı yükseltmeye çalışan bir Türkiye sahneye çıkacaktı. Özellikle Yirmi birinci yüzyılın hemen başında 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarı kazanması ve art arda seçimler kazanıp istikrarlı bir çizgi seyretmesiyle yeni bir hava yakalamaya çalışan Türkiye hem içeride hem de dışarıda fazlaca konuşulur oldu.
O günden bugüne iktidarını koruyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başta ekonomik ve siyasal alanlarda yaptığı icraatlar çıtayı yükseltiyordu. Özellikle siyasette katı bir tek ulusçuluğu ve jakoben laikliği savunan Kemalist Cumhuriyet’ in post modern politik anlayışına bir çentik atılmış, vesayetçi mantık mağlup edilmiş, Kemalist devletin mağdurlarına hakları iade edilmişti. İktidar partisi ve destekçileri bu dönemi “Yeni Türkiye” tabiri ile adlandırdılar.
Kemalist devlet anlayışının iflasın eşiğine gelmesi ne denilirse denilsin yeni bir döneme işaret ediyordu. Dolayısıyla “Yeni Türkiye“ tabiri tamamen boş değildi. Bunun yanında Yeni Türkiye tabirinin altını dolduracak bir fikri yapının olup olmadığı hiç tartışılmadı. Bu meselenin Türk entelektüelini düşünmeye ve fikir üretmeye zorlaması gerekirdi. Lakin üzerinde ciddi bir şekilde durulmadı. Unutmamalıyız ki; Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminde Batı medeniyetine yaklaşmak amacıyla yapılan ıslahatlar hep yenilik sıfatıyla yürütüldü, gel gör ki zaman ilerledikçe bu yenilik duvarlarının sağlam şekilde örülmediği görüldü. Görülüyor ki; hâlâ eskiden beri gelen problemler çözülememiş.
Bu açıdan Hilmi Yavuz’un geçtiğimiz haftalarda Aksiyon dergisine yaptığı açıklamalar ciddi bir sorgulamayı da beraberinde getiriyordu. Yavuz’un demeçlerinde dikkat edilmesi gereken kimi hususlar var. Hilmi Yavuz kısaca; “Yeni Türkiye’nin ne olduğuna dair bir tanım yok. Bizim kimi çıkarımlar yaparak bunu tanımlamamız gerektiğini, Kemalizm’in icadı olan askeri vesayetin yerini bugün sivil vesayetin alabileceğini belirtiyor. Eğer 2015 seçimleri sonrası anayasa değiştirilip başkanlık sistemine geçilirse yeni bir Türkiye’den söz edilebilir. Bugün Yeni Türkiye sözü sadece retoriktir.”
Hilmi Yavuz’un askeri vesayetin yerini sivil vesayet aldı tespitinin altını çizmek gerekiyor. Bu tespit yeni Türkiye eski Türkiye’nin yıkıntıları üzerinden inşa edildiğini işaret ediyor. Başkanlık sistemi şimdilik bir köşede duruversin önce eskiden yeniye doğru gidişte bir hesap çıkarılması gerekiyor.
Bu hesaplaşmada Cumhuriyetten günümüze kadar olan süreci kapsarsa yine hatalı bir metot izlenmiş olur. Çünkü sorun Cumhuriyet öncesinden Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma çabası içine girdiği dönemden başlıyor. Bu minvalde Tanzimat aydınları imparatorluğa yeni bir düzen getirme çabası içindeyken geçmişle bir hesaplaşmaya gitmedi. Örnek alınan sistem Batılıydı ama sistemin kurulmak isterken kullanılan yöntem Tanzimat aydınlarının örnek aldıkları Batılı devletlerde kullanılmamıştı. Misal: Yükseliş devri sonrası Yeniçeri ayaklanmasının yerini bu dönemde kılıf değiştirerek devam etti. Öte yandan bu aydınların Türk siyasi tarihi ve devlet kültürü üstünde ciddi ciddi kafa yormadıklarını söylemek abartıya kaçmaz. Tüm bu sıralananlar 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanında tekrar gün yüzüne çıkmıştı.
Cumhuriyeti kuran kadro Genç Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki yapılanmalarının bir süreğeni olarak kabul edilen Kuvayı Milliye gurubuydu. Bütün bu grupların mantığı Cumhuriyet’in ilanından sonra Kemalizm adıyla yaşatıldı. Kemalizm tek adam sistemine dayalı tek tipçi bir devleti savunan bir ideolojiydi. Askeri alanda getirdiği vesayet de tek parti döneminden sonra sivil demokratik bir yönetimin kurulmasının önünde engel teşkil etti. Son çeyrek yüzyılda özellikle AKP iktidarı döneminde atılan adımlarla Kemalizm’in beyin ölümü gerçekleşti.
O halde yeni bir siyasi vizyon nasıl gerçekleşecekti? Hilmi Yavuz’un dediği gibi eski Türkiye’deki askeri vesayet yeni Türkiye’de sivil hale gelirse Tanzimat’tan beri süregelen hatalar zincirine bir yenisi eklenmiş olur. Bugünün siyasi aktörlerinin böyle bir hataya düşmesi durumunda yeni Türkiye tanımı sadece insan kulağına hoş gelir o kadar. Bunları düşündüğümüz an aklımıza İdris Küçükömer ve Fikret Başkaya isimleri geliyor. Küçükömer “Düzenin Yabancılaşması” Başkaya ise “Paradigmanın İflası” kitabında Batılılaşma faaliyetlerinden günümüze değin siyasi çelişkilere dikkat çekiyor özellikle Kemalizm’e karşı ciddi eleştiriler getiriyordu. Lakin bu eserler yaşanılan süreçte görmesi gereken ilgiyi görmedi.
Tanzimat’tan beri süregelen Batılılaşma faaliyetlerine Küçükömer: “Türkiye kapitalistleşmeden Batılılaşamaz” diyerek bu mantaliteye ağır bir darbe indiriyordu. Velhasıl Türkiye iki asıra yaklaşan süreçte Batılaşma çabalarından ciddi bir kazanım elde edemezdi. Yine bu dönemde 2. Meşrutiyet döneminde uygulanan yönetim Türkiye’ye uygun olabilirdi. Lakin 1. Dünya Savaşı bunun devam etmesine engel oldu. Onun yerini alan Kemalist rejim malum.
Bu açıdan Yeni Türkiye, Kemalizm’in vesayet kalıntılarının üzerinde inşa edilemez. Bunun için Tanzimat’a kadar devam eden Türk devletlerinin felsefesi iyi anlaşılmalıdır. O zamandan beri yaşananların bir verimi olan Kemalizm’le hesaplaşma yolu böyle açılacaktır. Başkanlık sistemi olursa bu problemlerin çözümü de gelir mi? bunu görmek için bekleyeceğiz.
Bakalım Yeni Türkiye Kemalizm’le hesaplaşmasında muvaffak olabilecek mi?