İnsanın içi ile dışı arasında ciddi bir etkileşim ve uyum vardır. Onun yemesi, içmesi, uyuması gibi tüm hayat işlevleri İslâmca şekillenmelidir.
"Bir araba alacak insan için incelemesi gereken en önemli yer, motoru mu yoksa kaportası mıdır?” şeklindeki bir soruyu çok gereksiz bulacağınızı biliyorum. Zira kaportası kötü, ama motoru çok iyi bir araç da diğeri gibi rağbet görmeyecektir. Eskilerin deyimiyle “Zülcenaheyn” iki kanatlı olmalıdır.
“Bu sayfaların okurları arabaya biner, ilgi duyarlar. Ancak henüz buna sahip olma yaşında değiller.” diyebilirsiniz. Asıl amacım da sizi araç alımına yönlendirmek değildir.
“İslâm dini insanın motoruna mı, yoksa kaportasına mı önem verir?” gibi bir tartışmaya, bir fincan benzin de benden olsun istedim. Zira Rabbimiz, ayet-i kerimede; “Malın ve evladın fayda vermeyeceği bir günde, sadece kalbi selim sahipleri kurtulur buyurur.” Hadisi şerifler, “Bir çiğnem et parçası” olarak tanıttığı kalbe çeker dikkatimizi.
Bizim müktesebatımız, zannedildiği gibi sadece kalbin durumuna yoğunlaşmaz. Dış görünüşe de önem verir. Tesettür emri bunun bir yansımasıdır. Devr-i Saadet’te Allah Rasûlü’nün huzuruna gelen bir sahabe için; “Bu kardeşiniz saç ve sakalını tarayacak bir şey bulamaz mıydı?” sorusu bize dış görünüşün de önemini vurgular. “Adamın içi güzel olsun da dışı önemli değil.” gibi yaklaşım, nebevi üsluba uymaz.
İnsanın içi ile dışı arasında ciddi bir etkileşim ve uyum vardır. Onun yemesi, içmesi, uyuması gibi tüm hayat işlevleri İslâmca şekillenmelidir. Mesela, esnerken ağzını kapatmamak, şeytanın insanı istilası olarak görülür? Zira kişinin o anki gafleti, yani Allah’ı unutmuş bir halde sadece kendi zevkini düşünerek esnemesi, ciddi bir eksiklik olarak görülmektedir. Oysaki kendini O’ndan koparmamış bir insan, hemen ağzını kapatacak, ağzını ve en önemlisi de aklını şeytana teslim etmeyecektir.
Daha da önemlisi, bakınca Müslüman olduğunun anlaşılabileceği, bir alâmetifarika cinsinden uygulamalardır. Mesela; Biz, niçin yemekleri sağ elle yeriz? Bu durum, bizim için bir iman işaretidir. Gayri Müslim bir memlekette, bir lokantada yemek yiyor olsak. Yan masadaki tanımadığım bir adamın sağ elle yediğini, suyu üç yudumda içtiğini, esnerken ağzını sol elinin arkasıyla kapattığını görsem, düşüneceğim tek şey; bu adamın Müslüman olabileceğidir. Bu düşünce, bazı zor durumlarda aramızda dayanışmaya sebep olacak, “Bir kardeşlik hukukunun” başlangıcı olacaktır.
Bir dostum, Almanya otobanında ölümlü bir kazaya durmak zorunda kaldıklarını, ölenlerin cebinden çıkan bir tespih veya namaz takkesi gibi araçla onların Müslüman olduklarını fark ettiklerini anlatmıştı. Bu fark edilme ve fark etme durumu elbette bazı sorumlulukları ve görevleri beraberinde getirecektir. Bilmediğiniz bir yerde, hiç tanışmadığınız bir “kardeşin” cenazesini teşyi etme ibadetini lutfeden rabbe ancak HAMD edilir.
Sevgili Peygamberimiz’in Yahudi’ye benzememek için -zamanın hâkim gayri Müslim unsuru onlardı- gösterdiği çabayı biliriz. Onların aksine, saçını uzatma veya kısaltma konusunda gösterdiği özen, aslında kesinlikle göz ardı edilemeyecek bir hassasiyettir. Gene evinin önünde tırnak keserken, bir Yahudi çocuğunun; “Babam da böyle yapar.” sözü üzerine, hemen değişikliğe gittiği bilinmektedir.
Ancak buradan tüm yaşamı Müslümanca bir görüntü ve boyaya kaplayıp, sonra da içinden başka din ve düşüncelerin borusunu öttürmek, asla kabul edilemeyecek bir durumdur. İçiyle başka bir inanca meydan olurken, dışıyla güzel bir Müslüman görüntüsü sergilemek münafık tiplemesi olarak adlandırılır. Münafıklıktan kurtulmanın gerekliliği yanında görüntü ile de “Ben Müslüman’ım “ diyebilmek önemlidir.
Gereksiz bir teferruat gibi görülen ve bu nedenle de hassasiyetli oluşları eleştirilen edep kabilinden uygulamalar vardır ki; sahiplerini zaman içinde haklı çıkarmıştır. İslâm’ın zarafet ve nezaketini gösteren ve güzel edebi yansıtan uygulamalar, aslında sadece dışı güzelleştirmez, içi de tezyin eder. Zira, “Kabın içinde ne varsa, dışına da o sızarmış.”