Allah Teala’nın verdiği nimetin şükrünü eda etmeyen, kazandığını kendi zekasından, kendi aklından bilen gafil bir zenginin hikayesini Şeyh Sadi Şirazi, Bostan adlı eserinde şöyle anlatır:
“Bir fakir, malı mülkü çok, fakat asık suratlı, ekşi yüzlü bir zenginin yanına gitti. Fakru zaruretinden şikayet etti. O kara gönüllü zengin, zavallı fakire bir habbe bile vermedi. Üstelik kızarak:
Niye geldin? Haydi yıkıl git! diye azarladı. Bu muameleden fakirin kalbine kan oturdu. Gönül azabından başını kaldırıp şöyle dedi:
Ne şaşılacak şey! Ben fakirim, Yüzüm ekşi olsa yeri var. Ya bu zenginin yüzü niçin ekşidir? Bir gün gelip dileneceğini düşünmez, korkmaz mı? Bu söz üzerine sığ düşünceli zengin büsbütün kızdı. Kölesine: Şu dilenciyi hakaretle kov, defet dedi. Köle de denileni yaptı. İşittim ki o zengin Cenab-ı Hakk’ın lütfuna karşı şükretmediği için işi tersine dönmüş. O azamet, o servet kalmamış. Utarit kalemini siyah mürekkebe batırıp bahtının alnına kara yazı yazmış. Bedbahtlık, sırtındaki saadet elbisesini çıkarıp onu sarımsağa çevirmiş. Ne yük kalmış, ne yük çeken beygiri!
Kaza onun başına fakirlik toprağını saçmış. Kesesi, eli boş hokkabaza dönmüş. Velhasıl hali tamamen başka türlü olmuş ve bir zaman böyle geçmiş. O felaket günlerinde kölesi satılmış, onu cömert bir kimse almıştı. İyi huylu, hem gönlü, hem eli zengin bir cömert. Fakir kimse mal mülk, para için nasıl iştiyak duyarsa, o zengin de fakirleri görüp gözetmeye öyle iştiyak duyarmış.
Bir sabah bu cömert zenginin kapısına bir fakir geldi. Bir parça yiyecek istedi. Öyle bir fakirdi ki, sıkıntıdan, çektiği mihnetten ayaklarında yürümeye güç kuvvet kalmamıştı. Konak sahibi cömert zengin, kölesine:
- Koş şu biçare fakiri memnun et. Ne isterse ver, dedi. Köle sofradan bir tabak yemek aldı, fakire götürdü. Fakat köle fakiri görünce gayr-i ihtiyari bir nara attı. Perişan, mahzun bir halde efendisinin yanına geldi. Gözlerinden akan yaşlar ne kadar ıztırap çektiğini gösteriyordu. Güzel huylu efendisi:
- Ne oldun, seni ağlatan nedir? diye sordu. Köle şöyle dedi.
- Bu adamcağız vaktiyle mal mülk, para pul sahibi zengin bir kimse idi. Ben de onun kölesi idim. Şimdi o servet ve saman gitmiş. Bu gün kapılarda dileniyor. El açıyor. Konağın sahibi zengin güldü ve şöyle dedi:
- Çocuk ağlama! Allah kimseye zulmetmez. Bu, o aksi suratlı zengin değil midir ki, göklere bile kafa tutardı. Benim kim olduğumu anlamak istersen söyleyeyim: Vaktiyle onun kapısına gittiğim zaman beni hakaretle kovmuştu. İşte ben, o kimseyim. Felek bana tekrar yar oldu. Yüzümdeki gam tozunu sildi. O zengini de benim yerime koydu. Ona benim eski halimi verdi.
Aziz kardeşim! Gözüne ve kalbine sahip ol. Şayet gözün ve kalbin bir harama, mal, mülk ve makam mevkiye kayarsa sonu nereye varır bilinmez.