Her yıl 10 Kasım’da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, ölüm yıldönümü vesilesiyle yâd edilir. 2014 yılının Kasım ayında olduğumuzu göz önüne alırsak Mustafa Kemal’in ölümü üzerinden yetmiş altı sene geçti.
76 yıllık bu zaman dilimi içinde hem Türkiye’de hem dünyada pek çok gelişme yaşandı. Meselâ: Mustafa Kemal’in ölümünün ardından İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Hatay Türkiye sınırlarına katıldı. Onun döneminde muasır medeniyet çizgisinde gösterilen Faşizm ve Sosyalizm rejimleri iflasa uğradı. Bu ideolojilerin harmanlanması sonucu oluşan ve Mustafa Kemal ile özdeşleştirilen Kemalizm’in beyin ölümü ise geçtiğimiz yıllarda gerçekleşti. Buna rağmen Mustafa Kemal zoraki bir kült olarak ısrarla insanların gözü önünde tutulmak isteniyor. Bunun en net örneği ölüm yıldönümlerinde kimi gazetelerin orta sayfalarında çıkan olmasaydın olmazdık bildirisi.
Görülen bu çarpıklığa karşı bir bakış açısı geliştirilmesi gerekir. Bunun için öncelikle sağlıklı bir tarih okuması yapılmalıdır. Burada Mustafa Kemal tarihte eşi benzeri görülmemiş bir lider olarak değil de tarihin akışı içinde görülebilen liderlerden biri olarak görülmesi icab ediyor. Hiçbir ulusun tarihi tek bir şahıs üzerinden inşa edilemez olsa olsa büyük şahıslar üzerinden inşa edilebilir. Bu politikadan sanata kadar böyledir.
Mustafa Kemal ne kadar büyük bir siyasetçi olursa olsun Türk tarihinde önemli yer edinmiş olan Bilge Kağan, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Fevzi Çakmak, Adnan Menderes gibi birçok siyasetçinin geriye atılmasını gerektirmez. Sadece Mustafa Kemal’i ön plana alarak yazılacak bir tarihin de ilmi kıymeti çok su götürecektir.
Bu tartışma idmanı bütün olarak ele alındığında görülüyor ki; olmasaydın olmazdık türünden çıkarımların başta tarih olmak üzere hiçbir bilim dalında kıymet-i harbiyesi yoktur. Zaten bugün baktığımız noktada Mustafa Kemal’in siyasetçi kişiliği olsun, yaptığı inkılaplar olsun Türkiye’yi kalkındırmaya yetmemiştir. Bu açıdan Mustafa Kemal’in önderliğini yaptığı devrim hareketinin başarılı olduğunu söylemek güçtür. Bir de Mustafa Kemal’in asker kökenli oluşu kendinden sonra gelen siyasetçilere de sıçramış ve Türkiye’de devlet yarım asır boyunca asker kökenli siyasetçiler tarafından yönetilmiştir. Bu hem sivil bir demokrasi kurumunun oluşmasına engel teşkil etmiş hem de devlet ile halk arasında derin bir uçurumun açılmasına neden olmuştur.
İhtiyaç olan şudur ki; Artık resmi tarih öğretilerinin dışında objektif değerlendirmelerle, Türk tarihini ve siyasetini bir bütün olarak ele alıp bu durumu sorgulamalıyız. Bu insanlara mutlaka bilmediklerini öğreteceği gibi sağlam bir tarih şuuru da kazanmasını sağlayabilecektir. Mustafa Kemal’in öğretilerini esas alan Kemalizm zihnen öldüğüne göre yerini alması mümkün ideolojilerin ve gelecekte benzer aksaklıkları yaşamamak için sağlam bir sorgulama yapılması şart gözüküyor.