Türk toplumunun topraklarında yaşayan diğer uluslara, inançlara yani azınlık olarak nitelendirilen umûma yaklaşımı bir asrı aşan bir süredir tartışılmakta. Mesele Türk toplumu ile bir azınlık sınıfı arasında değil; Türk toplumu karşısında azınlık olarak görülmüş gruplar arasında.
Kimi zaman farklı uluslar kimi zaman farklı inançlar kimi zaman da farklı siyasal düşünceler baskın olanın karşısında azınlık olarak kalmış ve öyle adlandırılmış. Bu hem toplumun hem de baskın siyasi ideolojinin yönlendirmesiyle oluşmuş bir durum.
Bu gruplara karşı menfi bakış açısı son yıllarda değişse de bütün pürüzler giderilmiş değil. Sonuçta problemin çıkış tarihi çok öncelere dayanıyor. Problemi çıkaran nedenler ise milliyetçilik, mezhepçilik ve ideolojik ayrımcılık.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma dönemine kadar bir arada bulunan ulusların ve inançların ciddi bir çatışmaya girmesi nadir olarak yaşanmışsa da özellikle 19. Yüzyıl‘dan sonra ciddi kırılmalar meydana geldiği görülüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ile yakınlaştığı bu dönemde kendi benimsediği politikalardan sapıp Batı eksenli bir politik vizyon geliştirmeye çalışması sonucunda Batı ülkelerinde doğan kimi felsefi akım ve ideolojilere öykünülmesi bu tür sorunların genişlemesine zemin hazırlamış. 20. Yüzyıl’da ulus-devlet zihniyeti ile inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nde azınlık sorunu kanayan bir yaraya dönüşmüş. 1923’den 1950’ye kadar hüküm süren tek parti döneminde devlet kendi anlayışı dışında kalan her gruba azınlık muamelesi yapmış. Olay bununla kalmamış Dersim ve Zilan çevresinde düzenlediği katliamlarla sivil insanların hayatına kastetmiş; yaptığı kimi düzenlemelerle zihniyetine karşı olarak gördüğü kimi grupların özgürlüklerini kısıtlamış.
Tek parti dönemi sonrasında azınlıklar tek parti dönemine kıyasla biraz daha rahata kavuşsa da çileleri tamamıyla sona ermemiş. Normal dönemleri nispeten huzur içinde geçse de sıkıyönetim dönemlerinde başlangıçtaki yerlerine dönmüşler. Normal dönemlerde sahip oldukları sınırlı özgürlükler böylece geri alınmış. Anlaşılan o ki bu durum en sonunda onların sabrını taşırmış. Haklarını almak için giriştikleri diyaloglardan da bir sonuç çıkmayınca en sonunda tedhiş olayları başlatarak problemi çözmek gibi hatalı bir yönteme başvurmuşlar.
Bu gruba dâhil edebileceğimiz PKK, THKP/C, ASALA vb. örgütlerin düzenledikleri tedhiş faaliyetleri toplumda farklı düşüncelerin çatışmasına sebep olmuş. Bu çatışmalar sonucunda toplumun hemen her kesimi ağır bedeller ödemiş: Aileler dağılmış, insanlar birbirini boğazlamış, kurşunlar sıkılmış…
Günümüzde yaşanan tüm dramların yaralarını sarmak için çaba gösteriliyor. Geçmişte kavga halinde bulunan farklı inanç ya da düşünceye sahip kesimler bugün çeşitli vesileler ile bir araya geliyor ve geçmişte yaşanan problemleri geride bırakıp yeni bir sayfa açmak istiyorlar. On yıla yakın bir süredir yıllarca azınlık olarak görülmüş, hakları gasp edilmiş gruplarla siyasi ilişkiler geliştiriliyor. Geçmişte yapılan yanlış uygulamaların mağdurlarından özür dilenmesi o gruplarla aradaki buzların eritilmesi açısından olumlu bir adım. Ayrıca bu gruplara kendi dillerini kullanma, ibadetlerini rahatça yapabilmeleri gibi temel hak ve özgürlükleri iade edilirse azınlık probleminin çözümünde büyük bir kapı açılmış olacaktır.
Bu sorunların çözümünü on yıl önce hayal etmek zor iken geldiğimiz nokta insanlara ümit veriyor. Dünyada ulus-devlet ideolojisi son demlerini yaşarken bu sorunları çözmüş olmamız ülke olarak bizim de itibarımızı yükseltecektir. Nihayetinde bir zamanlar birçok etnik grubun beraber yaşadığı bu topraklar tekrar el ele olduğu günlere dönmesi artık mecburidir.
Bu söylenenler gerçekleşmesi halinde sadece azınlık problemi çözülmüş olmayacak: Son yıllarda İslamofobi, ırkçılık vb. sorunlarla yüz yüze gelmiş olan Avrupa ülkeleri de bu mevzuda sollanmış olacaktır. Belirtildiği gibi geldiğimiz noktada bunların gerçekleşmesi hiç de hayal değil.