Görmediği Rabbine iman ve itaat konusunda gevşeklik gösteren genç nesil, hiç görmediği ve hakkında kesin bilginin bulunmadığı arkadaşlarıyla renkli ekranlar önünde oyun oynar, paylaşımlar yapar, onları beğenir, eleştirir, fedakârlıklarda bulunur...
İnsanoğlu, yaşadığı hayattan çok çabuk sıkılıyor. Hele gençler... Sıkıldı mı da, kendine yeni bir çıkış yolu arıyor. Galiba bulabildiği en kestirme yol, işi sanala boğmak. Öyle ki, evinde kendisine Allah’ın emaneti olan yavrusunu kreşe, bakıcılara bırakır. Sonra da kendisi sanal bebek alır. İçindeki sevgisini köpeğine veya dijital ortamdaki bebeğine verir.
Çıkıp kırlarda gezinmek, yürümek zoruna gidince, evin bir köşesine yürüyüş bantları alır, evin içinde bu ihtiyacını giderir. Bakarsınız en kısa mesafelere bile, arabayla gidiyor. İlginç ve gülünç, lakin gerçek...
Oyunlar sanal, eğlence sanal, ama üzüntü yok. Zira bunun sanalına bile tahammül gösteremez. Sanal âlemde yapılan oyun ve savaşlar için, “İçindeki şiddet duygusunu azaltır.” denir. Ancak görülen odur ki, şiddet duygusu, gittikçe artıyor. Markete gitmek yerine, işi ekran başında sanal olarak halletmek, onun için çok daha kolay gelmektedir. Parası bile sanal...
Yıllar önce insanlara, “evlenmeyin bekârlar, naylon kızlar çıkacak” diye şarkıyı önce dinlettiler. Sonra da bunun değer yargısını yerleştirdiler. Algı operasyonu buna denir galiba. Kızlar mı naylon, yoksa erkekler mi plastik bilinmez. Bilinen bir gerçek var ki, hayatın doğal yüzünden kaçış var.
Günün birinde sanal hacca gidenler, sanal namaz kılanlar, hatta sanal aile kuranları görmek mümkün olacak. En önemlisi de, sanal arkadaş ve dostluklar insanı kuşatıverdi. Sanal aile yapıları, sadece varmış gibi yapılan bir ilişkiler yumağı oldu. Yani “mış gibi hayatlar” tüm insanlıkla beraber, gençliği sarmalayan bir yumak haline geldi. Zorunlu işler nedeniyle görüşen ve iş bitince herkesin odasına ayrıldığı bir aile ne kadar gerçektir?
Modern bir evi, arabası veya dünyasının yanında, modern bir imanı ve takvası(!) da oluverdi. Bizim, cahiliye dönemi diye adlandırdığımız ve somut şeylerin anlamlı bulunduğu dönemde insanlar, elleriyle yaptığı putlara tapardı. Ancak modern insan, bunun da sanalını geliştirdi. Rabbimiz buna bir peşin cevap olarak, “Hevasını- nefsini ilah edineni gördün mü?» diye sordu. Tanrılar bile sanal ve algısal oldu.
Sevginin sanal olduğu bir yerde, nefretin veya korkunun gerçek olmasını bekleyemezsiniz. Orada “mış gibi yapıvermek” mantığı devreye girdi. Dua edivermiş gibi olmak, bir kâfire veya zalime kızıvermiş gibi davranmak, bir müminin yüzüne gülümsemiş gibi görünmek... Sonra da günahı ve günah kaynağı olan her şeye ciddi bir mesafe koymak yerine, onları dışlamış gibi yapıp, hayata kaldığı yerden devam etmek bir hastalık belirtisidir.
Cami önlerinde beli kamburlaşmış yaşına rağmen, gençliğinde yaptığı günahları ballandırarak anlatan bir dede için tövbe ve pişmanlık, sadece sanal bir eylemdir. Zira tövbe; “Tüm menhiyata bir daha dönüp bakmamak, içinde ona ait bir özlemi taşımamaktır.” Bu konuda en güzel örneği, Hz. Lût’un (AS) eşinde görürüz. Akşam vakti şehri terk etmeleri emredilen Lût ailesine verilen en önemli uyarı, geri dönüp bakmamaktır. Zira bu durum, gönlünün bir kısmının orada kaldığının bir işareti olacaktır. Yolda, arkadan duyulan helak seslerine dayanamayıp geriye bakan peygamber eşine de helak yetişiverir. Yani tövbe; hiç bir şekilde ve şartta geri dönmemek, bakmamaktır.
Görmediği Rabbine iman ve itaat konusunda gevşeklik gösteren genç nesil, hiç görmediği ve hakkında kesin bilginin bulunmadığı arkadaşlarıyla renkli ekranlar önünde oyun oynar, paylaşımlar yapar, onları beğenir, eleştirir, fedakârlıklarda bulunur... Kimi zaman da hayal kırıklığına uğrayacağını bilerek... Ama bilmediği veya bilip de gözden kaçırdığı bir şey vardır; “Sanal hayatın ve sanal ilişkilerin hesabı gerçek olacaktır.”