
Doğruluk da her iyi haslet, vasıf gibi, sadece insanlar arasında uyguladığımız zaman değil, kapılar ve karanlıklar ardında iken de kendisinden vazgeçmediğimiz zaman bizde asıl yankısını buluyor.
Seneler önce yapılmış bir deney var. Günlük konuşmalarımızı, davranışlarımızı düşününce halen geçerli verilere sahip olduğunu gördüğüm sonuçlara ulaşılmış. Deney “Asch Deneyi” olarak literatüre geçmiş. Varılan sonucu şöyle özetleyebiliriz: Gruba uyuyoruz. Doğru bildiklerimize yanlış da deseler, insan olarak topluluğa, çoğunluğa uyma gibi bir meylimiz var.
Deneyde, bir gruba bazı çizgilerin uzunluğu soruluyor. Denek ilk önce doğruyu söylüyor. Fakat ekip bariz olarak yanlışı söylediğinde, deneğimiz gruba uyuyor ve yanlışı doğru olarak dile getiriyor.
Deneğin yanına, doğruyu söyleyen bir arkadaş verildiğinde iş değişiyor. Denek bu defa doğru olanı dile getirmekte daha cesur davranıyor.
Tasavvuf düsturlarından “sadıklarla beraber olma”nın ne kadar önemli olduğunu, insanın adeta bir bukalemun gibi yanındaki insanların özelliklerine bürünebileceğini apaçık gösteren bir deney.
Biz de biraz düşünelim ve teorik değil pratik, günlük hayatımızı gözden geçirelim. Bir tiyatro izlediniz ve aslında hiç memnun olmadınız. İnsanların şiveleri ile, adet, töresi ile dalga geçen, bir yandan da güldüren bir tiyatro. Çıkışta bütün arkadaşlarınız, özellikle o en havalısı, en cool’u, en otorite olanı çok beğendiğini söylüyor. Sizin fikriniz ne olurdu?
Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması, doğrucu Davut’ları kimsenin sevmemesi, fikirlerimizi beyan ederken hangi kıstaslara göre filtreleme yapmamıza sebep oluyor? Doğruya dimdik durarak doğru, yanlışa hiç çekinmeden yanlış deme vasfımızı ne kadar bozdu?
Allah Rasulü’nün, dünyada bir dost edinseydim O’nu seçerdim diye övdüğü, Hz. Ebu Bekir’in vasfı nedir? O sıddık’tır. Doğru değil, dosdoğrudur. O’na nice güzel haslet sıfat olabilecekken O’nu sıddık vasfıyla öne çıkartır kader.
Doğru sözlü olmak iyiliğe götürür. İyilik cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah’ın katında sıddık olarak yazılır. (Hadis-i şerif)
Yine biliriz ki Müslüman da hataya düşer, af diler Yaratanından. Müslüman zina batağına düşebilir, hırsızlık çukurunda debelenebilir, fakat Müslüman doğru sözlüdür, yalan söylemez. Yalan söyleyene Müslüman denmez.
Şimdi biz, biraz da geniş görüşlü, ince düşünüşlü olduğumuz için midir, yorumlarımız epey eğilir bükülür olduğu için midir doğru sözlü olmaktan vazgeçtik? Prim yapan her ne ise ona kayıverdik?
Patavatsızlığı, ama ben doğruları söylüyorum kılıfına sığdırmaya çalıştığı sözleri ile kalp kıranları kenara alalım. Allah için, eğilip bükülmeden, dosdoğru olabilmekten bahsedelim.
Doğruluk da her iyi haslet, vasıf gibi, sadece insanlar arasında uyguladığımız zaman değil, kapılar ve karanlıklar ardında iken de kendisinden vazgeçmediğimiz zaman bizde asıl yankısını buluyor. Merhametten bahsediyorsunuz, evinizde de, sokaktaki kediye karşı da merhametli iseniz sözleriniz ‘doğru’ etkiye sahip oluyor. Kelimelerinizde ‘adalet’ var fakat davranışlarınızda henüz ortaya çıkmamış, ‘doğru’luktan uzaklaşıyor adımlarımız…
Doğruluk elbet sadece sözlerde değil, fiillerde, düşüncelerde. Cürcani hazretleri “Dili ile söylediği her şeyi kalbi ve davranışı ile gerçekleştiren” kişiye sıddık diyor. Doğruluk, sıddıklık öyle kolay bir makam değil. Ayetleri hatırlayın, peygamberlikten sonra, şehitlikten önce gelen bir makam.
Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! (Nisa, 69)
Zenginin suratı asılacak diye, güzelin gözü yaşlanacak diye doğruluktan vazgeçmiyor sıddık kimseler. Fakire, garibe, yabancıya, el’e ne kadar doğru sözlü olabiliyorsa, diğerlerine de aynı kıvamda doğruluğu elden bırakmıyor. Makam, menfaat, bugün bana, yarın sana dinlemiyor dosdoğru olmaklık.
Dem bu dem, dem Akif gibi “sözüm odun gibi olsun, doğru olsun tek” diyecek yürekleri bekliyor.