Kobani, Arapça adıyla Aynel Arap, Suriye’de Halep’e bağlı, düne kadar neredeyse kimsenin varlığından haberdar olmadığı küçük, mütevazı bir ilçeydi. Ama çok kısa bir sürede uluslararası bir tanınırlığa kavuştu. Kobani adı uluslararası medyada bir anda en çok zikredilen, bütün dünyanın gözlerini diktiği, inanılmaz stratejik konuma sahip bir dünya başkenti haline geliverdi!
Evet IŞİD denen terör örgütü burada da katliamlar yapmıştı. Ama bu yeni bir durum değildi Suriye ve Irak gerçekliği yanında. IŞİD aylardan beri katliam yapıyor Suriye’de, Irak’ta. Kendi gibi düşmeyen Sünnileri de katlediyor. Sadece Şiilere ait değil Sünnilere ait türbeleri de yıkıyor... Sonra IŞİD’den önce Esed rejiminin hunharca işlediği katliamlar var. Dile kolay 200 bin insanın cani bir diktatör tarafından katledilişine seyirci kalanların Kobani konusunda bu denli hassaslaşmaları çok manidar. Peki nasıl okumak gerekiyor bu manidar durumu?
Okuyalım biz de; Birincisi Batı’nın Kobani konusundaki hassasiyeti kesinlikle vicdani, insani değil. Stratejik hesaplara dayalı çıkarcı bir hassasiyet bu. Vicdani olsa, kimyasal silahlarla, konvansiyonel silahlarla 200 bin insanın katledilmesine üç yıldır seyirci kalmazlardı.
Batı dünyasındakilerin her birinin ayrı stratejik öncelikli hassasiyetleri var. Mesela, ABD’nin derdi ne Kobani’yi korumak ne de IŞİD’i bertaraf etmek. Onun önceliği bölgedeki hâkimiyetini tahkim etmek. İngiltere’nin derdi bölgedeki Sykes-Picot düzeninin sürmesi, Almanların derdi bölgenin enerji pastasından payını almak. Kobani, düşmüş düşmemiş, insanlar ölmüş ölmemiş dertleri değil onların. Dertleri olsa zulümden kaçan mültecilere kapılarını sıkı sıkıya kapatmazlardı. Sonra Kobani’de, halk yok. Türkiye Kobani halkının hepsine kucak açtı. Kobani’de olup biten iki örgütün kapışmasından ibaret. Türkiye’deki vandalların derdi de zaten Kobani değildi, bağcıyı dövmekti…