
Türkiye’de eğitim batılılaşma eğiliminin başladığı zamanlardan beri nev-i şahsına münhasır bir mesele olarak tartışılagelmiştir. Hâlâ da tartışılmaktadır. Meselenin başlangıcını iki asır öncesine kadar götürebilsek de batılılaşma eğilimdeki reformların radikalize edildiği 29 Ekim 1923 tarihi her ne olursa olsun bir milattır.
1923 Ekim’inde ilan edilen cumhuriyetin eğitim alanında yaptığı ilk düzenleme 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur. Bu kanun Osmanlı`nın eğitim sistemini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik adımlarıyla çok tartışmaya meydan vermiştir. Daha sonraki süreçte eğitim alanında tartışılan konular ise Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, İmam Hatip Okulları ve üniversite çevresinde şekillenmiştir. Bu tartışmalar sona ermiş değil. Anlaşılan o ki eğitim alanında sağlam bir reform gerçekleştirilmedikçe bu sorunlar başımızı ağrıtacak. Değişik zamanlarda çıkarılan kimi düzenlemelerin ise bu problemlerin çözümüne bir deva olduğunu söylersek mantığa ters düşeriz.
Bugünlerde yine eğitim meselesi etrafında tartışmalar devam ediyor. Konu ise din eğitimi ve imam hatip okulları. Yukarıda değindiğimiz üzere meseleler yeni değil. Meseleyi anlamak için ise hikâyenin ilk sayfasına dönmemiz icâb ediyor. Yani Tevhid-i Tedrisat Kanunu`na.
Burada sorulması gereken şu tür sorular vardır: Cumhuriyet kurulduğunda Osmanlı’dan kalan eğitim sistemi nasıldı? Yeni kanun düzenlemesinin yapılmasının altında ne gibi idealler vardı? Düzenlemenin altında Osmanlı`nın eğitim sistemini tamamen lağv etmek gibi bir amaç var mıydı? Düzenleme esnasında Osmanlı Eğitim Sistemi uzmanlarınca sağlam bir şekilde incelenerek anlaşılabildi mi?
Sorular uzatılabilir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu akabinde Arap Alfabesi`nin kaldırılmasıyla Osmanlı Eğitim Sistemi`nin temeli parçalanmak isteniyordu. Amaç Osmanlı’dan kalma eğitim anlayışını lağv etmek ve kitlelerin ulus devletçi düşünce çizgisine gelmesini sağlamaktı. Yani ulus devlet ideolojisi referanslı cumhuriyet kendi mantığını halka aşılayarak taraftar kazanmak istiyordu.
Bu Osmanlı eğitim sistemine büyük oran zıttı. Çünkü o dönemdeki eğitim sistemi incelenecek olursa görülecektir ki Enderun mektepleri ve devlet denetimi altındaki medreseler haricindeki bütün eğitim kurumları devletten bağımsızdı. T. Tedrisat Kanunu ile eğitimin devlet tekeline alınması kararlaştırılıyordu. Yine tek parti döneminde köy halkının şehirlere yerleşmemesi için kurulan Köy Enstitüleri ve onun süreğeni olan öğretmen okulları da aynı mantığın ürünüydü. Zamanla bu okulların kapısına kilit vurulsa da ilkokuldan üniversiteye eğitimin her kademesinde devletçi zihniyetin kuşatması vardı.
Eğitimin bir kanadı bu halde iken diğer kanatta ise devletin kendisine muhalif olarak gördüğü okullar da vardı: İmam Hatip Okulları. Kuruluşu tek parti yıllarına dayanan İmam Hatip Okulları 65 yıllık süreçte sık sık gündeme geldi. Devletin bu okullara muhalif olmasının altındaki temel bu okulların müfredatında din bilimlerine ağırlık vermesiydi. İmam Hatip Okullarının müfredatında din bilimleri önemli bir yer kapsasa da diğer okullarda öğretilen fen ve sosyal bilimler de okutuluyordu. Yani ki devlet kendi ideolojisini bu sayede sızdırmayı nispeten başarabiliyordu. Buna rağmen bu okullarda kimi sıkıyönetimlerin icraatlarıyla devlet hışmına uğrayacaktı.
Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi (Kemalizm) zayıfladıkça eğitimde de bir nebze olsun sivilleşme cereyanları görülür gibi oldu. Ancak eğitim alanında sıkı bir reform yapılmadığından eğitimin temel sorunları tartışılmaya devam ediyor. Eğitimin her ne kademesinde olursa olsun sınava dayalı eğitim sistemi sürdüğü için ezbere dayalı bir eğitim oluşuyor. Bu da tahsili ne olursa olsun bireyin zihnini kısırlaştırıyor; eğitim bireye bir kültür kazandıramıyor. İlköğretimden liseye kadar olan eğitim-öğretim sürecindeki müfredat dersleri aracılığıyla bireye tek tipçi bir insan modeli sunuluyor.
Bu sorunların gölgesinden kurtulmak dediğimiz gibi yepyeni bir eğitim sisteminin düzenlenmesine bağlıdır. Buradaki en hassas nokta Türk eğitim tarihi bir bütün olarak düşünülmeli. Batılılaşma mantığıyla eski eğitim sistemi ve kurumlarını yok saymak bu açıdan hiçbir tutarlılık arz etmiyor. Eğitim sistemi bir bütün olarak ele alınırken eğitim sisteminde çoğu problemini çözmüş yabancı ülkelerin de bu alanda nasıl davrandığı incelenmelidir. Hatta ve hatta eğitim siteminin özerkleştirilmesi bile düşünülebilir.
Görünen o ki bu sıraladıklarımızın hiçbiri üzerinde düşünmüyor bürokrasi. Dışarıdan da gereken yardımı almıyor. Bunun yanında attığı kim adımlarla eğitimi kendi zihniyetini kitlelere benimsetmek gibi bir amaç güttüğü izlenimi veriyor bundan ötürü eleştiriler alıyor.
Devletin zirvesindeki iktidar on iki yıldır ülkeyi yönetiyor. Başarılı bütün icraatlarını sıralasak da kültür ve eğitim gibi çok önemli iki hususta ikna edici politikalar üretmemesi oldukça vahim. Üreteceğim havasında ise kendinden önceki sistemin eğitim politikalarını esas alıyor gibi bir duruş sergilemesi, eğitimi kendi mantığını benimsetmek için bir vasıta olarak kullanması eğitimin hiçbir problemine deva olmaz. Zihnini bu meseleleri çözmek için yormadıkça kısır tartışmalar sürer gider.
Bir düşünün bu ülkede Hasan Ali Yücel’den sonra dört başı mamur bir Milli Eğitim Bakanı çıkmamış. Üstelik ismini zikrettiğimiz bakan tek parti döneminden yani altmış beş sene evvelinden.
Arık Hasan Ali Yücel’i ve eğitimin baş ağrıtan problemlerini aşmanın zamanı gelmedi mi? Ne dersiniz?