Zaman, kucağını açmış bilimin emekleyerek yürümeyi öğrenmesini beklemekte. Düşe-kalka yürümeyi öğrenen bilim, etrafı meraklı gözlerle izlemeyi ve her şeyi sorgulamayı sevmektedir. Bilim büyüdükçe kurallar silsilesi onu takip etmeli. Zira elini yakacak şeylere dokunmamalı ve her şeyin tadını merak edip diline götürmemeli...
İşte bu noktada dinin ahkâmı, ebeveyn gibi bilimin sağlıklı şekilde erişkin bir seviyeye gelmesini sağlamalıdır. Dinin kuralları ve hudutları belli olmakla birlikte, zamanın yaşlanmasıyla yeni içtihadların yapılmasına ve açıklanmasına ihtiyaç duyulabilmektedir. Bu sebeple, din âlimleri bilim insanlarıyla aynı masa etrafında sık sık oturabilmelidir. Sadece bedenen zarar verebilecek etmenleri değil; ruhen ve kalben de olumsuz etkileri barındırabilecek koşulları ‘caiziyet’ metresinde birlikte ölçebilmelidirler...
Bilhassa Genetik biliminde her geçen gün başarılan keşiflerin ve geliştirilen uygulamaların, hangi koşullarda caiz olup olmadığı sıklıkla araştırılmalı ve dinin şer’i kanunlarına riayet etmeye çalışan halka bilhassa duyurulmalıdır.
Bu gereksinimden ötürü geçtiğimiz yıllarda İslami Tıp İlimleri Derneği (Amman-Ürdün), Genetik Mühendisliği konulu üç ay gibi uzun süreli bir konferans düzenlemişti. Gerçekleştirilen sunumlar ve istişarelerden sonra alınan kararlar, ‘İslam ve Tıp açısından İnsan Kopyalamak Caiz mi?’ isimli eserde bir araya getirildi. Genetik kopyalamanın hangi şartlar altında caiz kabul edilebileceği ve hangi şartlar altında şirke bile götürebileceği belirtilerek, müslüman bilim insanlarına rehberlik etmeye çalışmışlardır.
Ancak her yeni keşifle, bu gibi toplantıların sık sık gerçekleştirilmesinin hayati ve imani önemi artmaktadır. Bu duruma bir örnek ise üç ebeveynin de genetiğini taşıyabilen bebeklerin dünyaya gelmesinin başarılmasıdır.
Bataryası bozuk olan insanların pillerini değiştirebilmek...
Sahip olduğumuz her hücre, aldığımız besinleri kimyasal enerjiye dönüştürebilen küçük enerji santrallerine sahiptir. Mitokondri diye adlandırılan bu üniteler, embriyo oluşurken sadece anneden gelmektedir. Annenin sahip olduğu enerji santrallerindeki en ufak bir bozukluk ise bebeğinde kalıcı ve ağır hasarlara sebep olmakta; hatta doğumdan birkaç saat sonra bebekler hayatını kaybedebilmektedir.
Bilim insanlarının yaklaşık on beş yıl önce geliştirdikleri bir yöntem ise ölü veya kalıcı rahatsızlığa sahip olabilecek yeni doğanların, enerji santrallerinin değiştirilebilmesini sağlamakta. Enerji santrallerinin işlevsel ve sağlıklı olduğu bilinen bir annenin yumurta hücresi alınarak çekirdeği çıkarılmakta ve yerine asıl hamile kalmak isteyen annenin yumurtasındaki çekirdek DNA’sı yerleştirilmektedir. Babadan alınan spermle laboratuvar ortamında döllendirilen iki-anneli yumurta daha sonra tüp bebek yöntemiyle çekirdek DNA’sını veren annenin rahmine yerleştirilmektedir. Araştırmacılara göre bu teknik, sadece bir ‘batarya değişimi’ olarak görülmelidir.
Ancak bilindiği üzere enerji santralleri olan mitokondriler de kendine has DNA’ya sahip olduklarından ötürü, bu DNA’daki bozukluğun da bebeğin kaderi olduğu ve böyle hastalıklı doğması gerektiğini belirten bir cephe de bulunmaktadır.
İslami açıdan da bir hayli düşünülmesi gereken bu durumun caiziyeti açıklığa kavuşturulursa, gelecekte bu yöntemle sağlıklı ve kendi DNA’sından çocuğa sahip olmak isteyen anne ve babalar için bir umut kapısı olabilir.
Organ naklinde de başka insanların DNA’sı vücudumuza girmekte...
Bu yönteme karşı olanların savı organ nakilleriyle birlikte düşünülebilir. Bir insanın yaşayabilmesi için caiz görülen organ nakillerinde de başka bir insanın DNA’sı, nakil yapılan hastaya geçmektedir. Ancak bu durum o hastanın genetiğinin değiştirilmesi olarak görülmemektedir.
Aynen öyle de enerji santrallerinin nakli de mikro düzeydeki bir organ nakli olarak adlandırılabilir mi? Sadece çocuk sahibi olmak isteyen annenin yumurtasındaki bozuk ve hasarlı enerji santralinin başka bir annenin yumurtasındaki sağlıklı santrallerle değiştirilmesinde dinen mahsur var mıdır?