Süphanallah, bir nefeste okunup heyecana ve hayrete uğramıyorsa imame’de problem olabilir!
Doktora; akademik dünyada ilerlemek ve insanlığa katkıda bulunmak isteyen ilim ehlinin bulunduğumuz dünya sisteminde muhakkak tecrübe etmesi gereken önemli bir kavşaktır. Deyim yerindeyse bilimsel çalışmanın gerçekleştirildiği bir ‘bilim insanlığı ergenlik dönemi’ denebilir. Doktora öğrencileri arasında kalırsanız, muhabbetin açılacağı konunun türü ne olursa olsun bilimsel kriterler ele alınarak tartışmalar sürdürüldüğünü müşahede edersiniz... Bu noktaya kadar her şey normaldir; ancak her ergenliğin psikolojik negatif etkiler içerebilmesi gibi, bilim insanlarının doktora ile başlayan maceralarında da yavaş yavaş şu felsefe oluşabilir: Bilim her şeyi açıklar...
Büyük patlamadan itibaren nefes alışımıza kadar yaratılan ve her an yaratılmakta olan olayların bütünü, bilim kıstaslarında ve hikmet kasesi içerisinde tartılabilir veya açıklanabilir. ‘’(İlim) Allah’ın ilmi, her şeyi kuşatmıştır’’ (el-A’raf, 89) ayeti ile tefekkür edildiğinde, yeryüzü ve göklerdeki bütün varlıkların ve mekanizmaların bilimsel olarak açıklanabileceğini düşünmek makuldür. Ancak eğer bu fikir, bilhassa bilim insanlarının sinir hücrelerinde kanserleşmiş halde olabilmesi bakımından, imanla el ele değil de hasım olarak değerlendirilirse; gerçekleştirilen bilimsel çalışmalardaki bütün heyecanı, hayreti ve Allah’ta yakine ermekteki niyeti söndürebilmektedir.
Süphanallah, bir nefeste okunup heyecana ve hayrete uğramıyorsa imame’de problem olabilir!
Matematik, Elektronik Mühendisliği ve Genetik üzerine çalışan üç doktora öğrencisi, bir meyve tabağı etrafında hasbihal ediyordu. Genetikçi, ‘Şu çileğin yaratılışındaki güzelliğine bak’ diye Mühendis kardeşine tatlı bir fikir salkımı uzatıyor, heyecanı ve hayreti tımarlıyordu. Mühendisin gözünde onlarca denklem ve örnek canlanıp manen süphanallah’lara kalen birkaç örnek ekliyor ve meyveler topraktan filizlenip kalplerdeki tartılarında ebedi makama erişiyorlardı.
Birden Matematikçi kardeş söze girdi, ‘çileğin yaratılışını öyle anlatıyorsunuz; fakat onun oluşmasını bilimsel olarak tamamen açıklayabiliriz’ diyor, aslında çok da heyecan duyulmaması gerektiğini ve çileğin son haline erişinceye kadar geçireceği devrelerin bilimsel yollarla açıklayabileceğini ima ediyordu. Süphanallah meyvesinin kabuğu imasında bu fikir aslında haklıydı, ancak muhtevası yani çekirdeği düşünüldüğünde elbette ki hemen itiraz icbar etti. Zaten Genetikçi, ‘çileğin yaratılışını’ kardeşlerine heyecanla ve hayretle sunsa da- elbette ki istese- bilimsel olarak çileğin bütün içeriğini arayıp tarayıp anlatabilirdi. Aynı şekilde Matematikçi kardeş de bu yaratılış esnasında filizlenen çileğin onlarca matematik denklemini gözünün önüne getirebiliyordu. Aslında ortamın ısınması, ‘bilimin her şeyi açıklayabilmesi’ felsefesinden ötürü değildi. Bilimin ve teknolojinin yüzyıllar içerisinde ilerlemesinin kalplerde süphanallah’ları arttırması gerekirken sanki küçük böğürebilen Samiri putlarını inşaa ettirmesiyle karşılaşabileceğimizden kaynaklanıyordu. Bundan dolayı bu fikir, kalplere ‘heyecan ve hayret’ makamlarını kaybetmek korkusunu bir an tokat gibi çarpıvermişti...
"İslam Nazarında Akıl ve Felsefe"
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin 2014’ün başlarında yayınlanan bir nefeste okunabilecek kitabı, tam da bu fikri çıtırdamalar sırasına tevaffuk etti... ‘Akıl, bilim ve bu iki cihazın kullanılma felsefesinin’ ‘’bizce’’ nasıl olması gerektiğini çok güzel şekilde açıklayan eser, akademik dünyada ‘bilim her şeyi açıklar’ girdabına kapılmış olan insanlara şeddeli tavsiye edilmeli.
Her ne kadar evrenimizdeki olayları bilimsel yollarla açıklayabileceğimizi öne sürsek de, Cenab-ı Hakk’ın hiçbir varlığa hudutsuz bir kudret vermediği gibi her şeyi hakkıyla anlayıp keşfedebileceği sınırsız akılı da vermediğinden bahsetmektedir eser. Bunun sonucunda İslam’ın (kabul ettiği) akılcılığın (bilimsel tutum takınmanın), hakikat arayışında aklın kudretini (‘herşeyi açıklayabileceği’ şeklinde) kabul ederek onu adeta ilahlaştıran rasyonalist felsefecilerden tamamen farklı olduğunu açıklamaktadır. Eserinde Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Bu zamanda dalalet, Kur’an, İslam ve imana taarruz; fen, felsefe ve ilimden geliyor...’’ cümleleriyle devrimizin devranının nasıl döndüğünü hülasa etmektedir.