
Türkiye’deki işsizlik sorununu çözdükten sonra ancak başka insanlara yardım edeceksek eğer dünyada kimse kimseye yardım etmesin!
Bir şikâyetnameyle başlamak istiyorum. Facebook üzerinden Fatih Belediye Başkanlığı’na yazılmış: “Bugün Gaziantep yarın İstanbul derken bu sorun giderek büyümeden kurutulmalı... İstanbul’da kavgalar başladı. Suriyeli çocuklar Fatih ilçesinde de çocuk parkında problem çıkartıyor… Mahalle sakinleri -aileler tepki gösteriyorlar. Park alanı zaten dar, bir de çocuk parkı tamamen Suriyeli çocuklarla dolunca kavga patlamaya her an hazır. Sayın Başkanımız … halen Saraçhane parkında yatan Suriyeliler var. Yine Fatih ilçesinde Akşemseddin Mahallesi Şemseddin Sami Sokak üzerinde bulunan parka bir bakarsanız; parka girilemiyor: Suriyeli çocuklar parkı talan etmişler... Spor aletleri kırılmış, oyun aletleri bozulmuş veya kırılmış. Sayın Başkanımız; lütfen acil bir çare! Parkımızı tekrar istiyoruz...”
Ve bu şikâyetnameye destek babında hemen altına yazılmış bir başka mesaj: “Misafirlik üç gündür hadi yedi gün olsun. Ayrıca mahalleyi-sokağı da kendi kültürlerine doğru benzetiyorlar. Bence bu biraz önemli değil mi? Ayrıca sadece bizim Türkiye’de işsiz sayımız bir milyonu geçmiş durumda; üstüne bir de ucuz işgücü: Al sana ekonomiye darbe...”
Son günlerde; giderek yükselen, tarihimiz boyunca neredeyse hiç yaşamadığımız, şimdi ise kimlerce kışkırtıldığı meçhul; bir ırkçılık; yabancı düşmanlığı akımıyla karşı karşıyayız. Ama asıl üzüldüğüm bu tip eğilimlere doğuştan teşne olanlar değil.
Bu yazılanları okuyunca Siyer-i Nebi’den Medine’ye hicretin ilk günlerine dair anlatılanlar geliyor aklıma. Ve sohbet meclislerinde bunlar anlatılırken gözyaşlarına hâkim olamayan içli abiler. Okudukça içim burkuluyor: Çünkü yukarıda yazılan yabancı karşıtı cümleler; bu tarz abilerden, kardeşlerden alıntı. Gezicilerden filan değil yani.
Hal böyle olunca yukarıdaki yahut benzer şekilde düşünen mü’min abi ve kardeşlerime şunları sormak istiyorum: Müslümanlar olarak hassasiyetimiz; kırılan park oyuncaklarıyla mı ilgili olmalıydı? Yoksa zulümden kaçan din kardeşlerimize daha insani hayat şartları sağlanmasına dair mi kafa yoruyor olmalıydık? Tabii ki şehirlerimizin düzenlerinin bozulmaması önemli. Bunun için gerekli önlemler muhakkak alınmalı. Aksini iddia eden de yok zaten. Ama insani önceliğimiz; şehircilik mi olmalıydı yani? Kulluk, kardeşlik hukuku dururken…
Düşünün bir: Ülkenizde üzerinize bombalar yağıyor her gün. Kızınızı, oğlunuzu, annenizi veya eşinizi; sabah gördüğünüzde; akşama bir daha görebileceğinizin garantisi yok... Evrensel hakkınız olan yaşamaya devam edebilmek için komşunuza sığındınız. Üç veya yedi gün sonra “Hadi bakalım misafirlik; üç, olmadı yedi gündür. Yeter bu kadar; şimdi ülkemize dönüp ölelim” der miydiniz? Empati bu kadar mı zor?
Sonra bu toprakların; Suriyelilerin, Yezidilerin, Kürtlerin, Çerkeslerin, Tatarların, Boşnakların, Arnavutların, Abazaların, Sefaradların yahut Aşkenazların değil de bizim yani Türklerin olduğu fikrine nerden kapılıyoruz? Arz Allah’ın arzı ise bütün kullarının istifadeye hakkı var. Biz buraları Rumlardan aldık. Rumlar Urartulardan; Urartular, Friglerden; Frigler, Hurrilerden; Hurriler, Lidyalılardan; Lidyalılar, Fenikelilerden; Fenikeliler, Asurlulardan; Asurlular, Hititlerden; Hititler Etilerden; Etiler, Sümerlerden; Sümerler, Akadlardan; Akadlar bilmem kimlerden aldı... Tarihin de gayet sarih biçimde gösterdiği gibi Allah, arzın bir kısmını Yahudilere tapulamadığı gibi bize de tapulamadı…
İşin ekonomik boyutuna gelecek olursak: Türkiye’deki işsizlik sorununu çözdükten sonra ancak başka insanlara yardım edeceksek eğer dünyada kimse kimseye yardım etmesin. Amerika’da bizden daha fazla işsiz var. Ama insani yardımda dünya birincisiler. Toplamda; her sene, düzenli olarak, bizden daha fazla göçmen kabul ediyorlar. Bir evin efendisi hizmet edeniyse; hangi ülkenin neden efendi olduğu açık değil mi?
Her şey bir yana; bizler, Allah’ı, dini bilen insanlarız: Kişilerin olduğu gibi kavimlerin de sadakaları vardır. Kim bilir belki barış içinde; parklarında oyuncakları, bahçelerinde biçilmiş çimleri bulunan düzenli şehirlere sahip olmamızın nedeni; yurdumuzu Osmanlı’dan bu yana her ırk, din ve dilden mazlumların sığınağı yapmış olmamızdır. Bizim peygamberimiz; kestirdiği koyunun bile yediği değil, verdiği kadarının kendisine kalacağını bilirdi. Hiç mi örnek almazsınız? Kolay yoldan sadakasını vermek istemez misinizki vatanınız size kalsın?.. Yoksa kurban vermek daha mı hoşunuza gider?