
“Patalojik bir hezeyan mı yaşadığım, derin varoluşsal bir gerçeklik mi? Şizofren miyim, geleneksel kültürün meczup diye nitelediği halk aşığı kişi miyim? Deli miyim ben, hakikati mi görüyorum?”
"Bundan yedi, sekiz yıl önce, bir gün, kendisine derin saygı beslediğim bir Allah dostu bana, hatıralarımı kayda geçirmemi buyurunca, bir an irkilmiş, düşüncelere dalmıştım. Nasıl olacaktı? Geriye dönüp ağır sıkıntılarla dolu çocukluk ve gençlik yıllarını hatırlamak bile bunalım ve daralma veriyordu.” Hatıralarını kaleme aldığı Bir Ruh Macerası böyle başlar. Samimi, heyecanlı, derinlikli ve bir su kadar berrak bir kitaptır. İnsan kendini ne kadar tevazu içerisinde anlatırsa, o kadardır işte.
1941’de İstanbul’da, Çerkez bir anne ve Kürt bir babadan dünyaya gelir. Robert Kolej’ini bitirdikten sonra sinemayla ilgilenir. 1963’ten başlayarak uzun yıllar Türk sinemasına yeni bir soluk getiren senaryolar yazar. Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Gramofon Avrat gibi filmler onun kaleminden çıkar. Sinemayla ilgilendiği yılları Yeşilçam Günlüğü isimli eserinde anlatır.
Süt Vermekten Kaçınan Anne
Hayat, onun için hepimize olduğundan daha hüzün ve keder yüklüdür. Sarsıcı dalgalanmalarla geçmiştir çünkü. Batılılaşmayı idealize eden zengin ve köklü bir ailenin kızı olarak doğar. Rauf Orbay’ın yeğenidir. Erkek çocuk beklerken kız doğurduğunu görüp bir süre süt vermekten bile kaçınan bir anneye, deli gibi spora ve cemiyet hayatına düşkün bir babaya sahiptir. Çocukluğu aile şefkatinden uzak geçer, bu ilk travması olacaktır, zira 7 yaşında bir şişenin içine şu notu yazarak denize attığını söyler: “Ben yalnız bir çocuğum, bunu bulan lütfen beni arasın.”
2. Dünya Savaşı’ndan kaçmış Avrupalı, bilhassa Alman hocalardan dersler alır. Bu da ikinci travması olacaktır. Okulda lakabı “Aptal Ayşe”dir, çocuklar koro halinde lakabını yüzüne vururlar. Eğitim aldığı Robert Kolej’de marksist bir çevresi vardır. Kendisini bu yıllarda marksist olarak tanımladığını söyler. O sıralarda Kemal Tahir ile güçlü bir dostluk kurar. Bu dostluğun meyvelerini eserlerindeki güçlü üslup ile almıştır. Tanınmış yönetmenlerden Atıf Yılmaz ile evlenir.
80’li yıllarda ağır bir psikolojik rahatsızlık geçirir, kendisine şizofren teşhisi konur. 10 yıllık bir inziva hayatı yaşar. Bu sıkıntılı süreçten tasavvuf vesilesiyle kurtulduğunu söyleyen Şasa, Delilik Ülkesinden Notlar isimli kitabında bu dönemi için şöyle der: “Birçoklarının karamsarlığa sürüklendiği orta yaşta, ben atalarıma özgü bir bilgeliğe, sonsuz baharın sırrına ermiştim. Bu, az şey değil.” Babasının hastalığı dolayısıyla önce Paris’e, ardından da Londra’ya giderler. Londra’da psikiyatriste görünür. Yoğun hezeyan ve halüsinasyonlar dönemine girer.
Füsusu’l Hikem ile Gelen Huzur
Londra’da iken İbn Arabi’nin İngilizce basılmış Füsusu’l Hikem’ini alır, epey zaman kitap öylece durur. Füsus’la şereflenişini tamamen ilahi bir şerefleniş olarak değerlendiriyor: “Geçirdiğim hastalığın tam anlamıyla kahırdaki lütuf olduğunu anladım.” 10 yıl boyunca elinden bırakmadığını söyler. Defalarca okur. Daha sonra mütedeyyin camia ile dostluk bağları kurar, İsmet Özel’in Waldo Sen Neden Burada Değilsin isimli kitabından etkilenir. Kendisiyle tanışır. Ardından Mustafa Kutlu ile de tanışır. Namaza başlar.
İbn Arabi okuduğu o yıllarda hem hayata hem de sinemaya bakışı değişir. Ünlü yönetmen Andrei Tarkovsky’nin üslubunu benimser, rüya sineması kuramı üzerine yoğunlaşır. Sinema ile ilgili teorik düşüncelere dayanan söyleşileri, Sadık Yalsızuçanlar tarafından Düş Gerçeklik Sinema kitabında bir araya getirilir. Ülkemizde sinema üzerine derin düşünebilmiş ve bunu kuramsal bir çerçeveye oturtabilmiş çok az sayıdaki insandan biridir. Sinemanın imkanları üzerine kafa yoranların uğraması gereken ilk duraklardandır eseri.
Hakiki Münevverlerden
Kanayan Bosna (1993), Cemile (1968), Köroğlu (1968), Dinle Neyden (2008) gibi onlarca filmin senaryosunda yer alan Ayşe Şasa, 32. İstanbul Film Festivali Onur Ödülü’ne layık görülür. Tüm bu eserleri ve ödülleri dışında, Ömer Tuğrul İnançer ile söyleşilerden oluşan Vakte Karşı Sözler kitabında tasavvuf ve modernite, varoluş hikmeti, sohbet ve halvet gibi konularda çeşitli sorulara cevap aramıştır. Kendisi bu toprakların yetiştirdiği hakiki münevverlerdendir.
Moderniteye ve modern insana dair sarsıcı eleştirileri vardır: “Akıllar dünyası kendi değerlerini mutlak sayan küçük ilahlar ve ilahelerle dolup taşıyor. Kibir içinde, kendilerinden emin dolaşıyor, konuşuyor, eylem yapıyorlar. Kendilerinden, görüşlerinden, doğruluğundan en ufak bir şüpheleri yok. Akıllılar dünyası tek boyutlu bir realite içinde yaşıyor. En gelişmiş şekliyle üç boyutlu.” (Delilik Ülkesinden Notlar’dan)
Türkçe’yi şiir gibi kullanan bir üsluba sahiptir. Yusuf Kaplan’a göre, tastamam bilge ve derviş bir insandı kendisi. Uzun süredir kanser tedavisi gören Ayşe Şasa 16 Haziran 2014 Pazartesi günü, sevdiklerinin dudaklarında fatihalar bırakarak ahirete göçtü. Kendisine Allah’tan rahmet ve bağışlanma diliyoruz.
Hakkında Ne Dediler?
- Ayşe Şasa, Türkiye’nin yaşadığı travmayı iliklerine kadar yaşayan ve kültürel şizofreniye dönüşen, bu ülkenin ruh köklerini kurutan, kültür ve sanat dünyasını çölleştiren bu travmanın nasıl aşılabileceğinin somut bir timsaliydi. Türkiye’deki kültür ve sanat hayatının ne kadar metamorfoz yediğini iliklerine kadar yaşayan ve bizim aynı anda hem sade hem de deruni medeniyet birikimimizin nasıl hayata geçirebileceği üzerinde kafa yoran bir düşünürdü. Yusuf Kaplan
- O, acıyla kurduğu sedeften evinde parıldayan nadir bir incidir benim için. İnce uzun parmak uçlarında hayatın tezatları oynaşır, tefekkür ve sanat ile yalnızlık ve uğultulu kalabalık, aynı anda iç ve dış, med ve cezir. Sibel Eraslan
- Yeşilçam’ı içeriden deneyimleyen bir senarist olarak sinemamızın dilinin kendine has niteliklerine kavuşması üzerine düşünmüş ve kitaplar yayınlamıştır. Yalnızlığı, sessizliği ve tenhayı sever Ayşe hanım. Muhabbet ehlidir, etrafındakilerle güçlü ilişkiler kurar. Koltuğuna kainatı sığdıracak kadar geniş bir yüreği vardır. Tabiri caizse vahdette kesretin, kesrette vahdetin canlı bir tefsiridir bana göre. Leyla İpekçi
- Ayşe Şasa, iki melek kanadı gibi karşılıklı açılmış ipek sayfalarda, birine Cehennem’ini, ötekine de Cennet’ini yazarak ulaştırdı alınyazısını. Hem Cehennem’ini hem Cennet’ini yaşadığı bir hayatın ermişi olarak, ipek kanatlarıyla aramızda dolaşıyor. Ayşe Şasa, bir ermişin hayat hikayesini anlatıyor, ipek kanatlı sayfalarda.. ‘Bu, az şey değil’. Hilmi Yavuz