Avucumuzun içinde bir kor. Bir yanda kadife eldivenli demir yumruklar. Gülen insan maskeli düşmanlar. İzler birbirine karışmış, dost düşman vaktin rehavetiyle kah yakınlaşmış kah uzaklaşmış. Ne yardan geçiyor insan ne serden.
Ahir zaman alameti midir, günler birbirini daha hızlı kovalar oldu. Bu dönen çark bir de hızlanınca içinden bereket aynı hızla kaçıyor görünüyor. Kimse “ne bereketli günlerdeyiz” cümlesini dillendir/emiyor. Özellikle de biz belki, büyük şehirlerin insanları, sürekli bir telaş değirmeninde ezilip duruyoruz. Koşturmaktan yorulmuş fakat işlerini yetiştirmenin verdiği huzura ulaşamamış olarak uykunun kapısını çalıyoruz, saatler epey ilerlediğinde…
Kaybettiğimiz bereket o saatlerde midir? Günümüzün güneşe ayarlı olmamasında mıdır? Kaybettiğimiz huzur insanlarla ilişkilerimizde midir? Kimsenin artık kimseye güvenememesinde, bırakın “o söylüyorsa doğrudur” sadakatini, “o hakkımda böyle söylemez” güvenini bile gösteremeyişimizde ve hatta “bana bu lafları neden taşıyorsun, kardeşimle de seninle de aramızı bozma” diyecek cesaretimizin olmamasında mıdır? Kaybettiğimiz kulluk, kendimizi tanıyamayışımızda, kendini arayan bir ademoğlu olmaktan çıkıp, kendini markalarla, afili sözlerle ifade etmeye çalışan imaj insanı olmamızda mı saklıdır?
Güneş üzerine doğuyor insanın. Sabah bereketini kaçırıyor. Sabahın tazeliğini, ferahlığını, sükunetini, ruhu tamir eden esintisini kaçırıyor. Seher bereketini kaçırmanın kökleri ta önceki akşama dayanıyor. Dizisi geç bitiyor, çayı bolca içiyor, biraz sosyal medya, bolca akıllı telefon derken zaten geç uykuya varıyor. Gözler kan çanağı… İşine giderken suratı hâlâ asık ve belki abdestten nasibini almamış. Ensesindeki düğümleri her yere taşıyor. “Benden duymuş olma sakın” cümlelerini dinliyor. “Benim hakkımda böyle diyormuş” ile bir başka gönle zift taşıyor. Bir yandan büyük işler yapıyor, ne kadar gerekliyim diyor bu dava için, bu yol için. Birkaç sosyal medya paylaşımı, birkaç cümle, en az üç resimle ne kadar meşgul olduğunu ilan ediyor. “Ben yaptım” gugukları ötüyor her saat başı. Yapıyor. Görülüyor. Dinliyor. Anlatıyor. Yazıyor. Yazılıyor kiramen katibin tarafından her adımı. Kalbinin karasından geçen her kara düşünce yazılıyor, fark etmiyor. Akıp duran bir çeşme var gürül gürül, testisini koymuş kenara, doluyor zannıyla ayakta dikiliyor. Yaşayıp gidiyor insan öyle ya da böyle. Perdeler arkasında ne hesaplar yazılıyor bilmiyor.
Avucumuzun içinde bir kor. Bir yanda kadife eldivenli demir yumruklar. Gülen insan maskeli düşmanlar. İzler birbirine karışmış, dost düşman vaktin rehavetiyle kah yakınlaşmış kah uzaklaşmış. Ne yardan geçiyor insan ne serden. Ne yârine sadık kalabiliyor, ne serde agah olabiliyor. Bir Rahman ismi, bir ümmeti duası kalıyor sığınılacak, her zamanki gibi...