
Kapı ve pencereler size neyi hatırlatır? Her gün onlarca belki yüzlerce kez kapıdan geçeriz, birçok defa pencereden bakarız. Yani günlük hayatımızın her anını birlikte yaşarız. Kapılardan geçer, bir kapıdan çıkar bir başka kapıya doğru yol alırız. Çünkü vardığımız menzilde mutlaka bir kapıdan içeri gireriz. Hatta daha eskilerin deyimiyle ‘iki kapılı bir handa’ hepimiz birer yolcuyuz. Peki hayatımızın her anında birlikte yaşadığımız kapılar ve pencerelere hiç fotoğrafçı gözüyle baktınız mı? Bakmadıysanız bu günden tezi yok her kapıya, pencereye bir de o gözle bakın derim. Yıllar önce, 25 yıldır dünyanın farklı ülkelerinde kapı ve pencere fotoğrafları çeken bir sanatçının haberini okumuştum ve çok şaşırmıştım. Ancak sonraki yıllarda değişik vesilelerle farklı şehirlerde birçok kapı fotoğrafı çekmek nasip oldu. Ne kadar da heyecan verici bir çalışmaymış ancak o zaman anladım.
Çünkü kapılar ve pencereler o yörenin tarihi ve kültürü hakkında birçok şeyler söyler. Buram buram tarih kokan el emeği, göz nuru kapılara insan bakmaya doyamaz bazen. Kapılar vardır, büyüktür, küçüktür, eskidir, yenidir, ahşaptır, işlemelidir, moderndir, gelekseldir, renklidir, sadedir daha sayamadığımız birçok formları vardır. Hepsinin ayrı bir deseni, tasarımı ve şekli vardır. İşlemeli kapı ve pencereler, oyma pervazlar, sade ama canlı renkleriyle ben buradayım diyenler… Bu bakımdan birçoğu fotoğraf çekmek için hayranlık uyandıran özellikleri bünyelerinde barındırır. Yeter ki bu gözle görelim ve şöyle alıcı bir gözle bakalım. Ülkemizin dört bir yanını göz önüne alırsak binlerce fotoğranı çekecek kapı ve pencere bulmamız mümkün. Özellikle tarihi camilerin, evlerin, sarayların, konakların kapıları tadına doyulmaz fotoğraflar çekmek için birebirdir. Hatta Anadolunun ücra köylerinde sıradan evlerin, bahçelerin ve ahırların bile orijinal kapıları var. Siz siz olun bazen her kapıdan herkes gibi kolayca geçip gitmeyin. Durun birkaç fotoğrafını çekin.
Yukarıdaki satırları geçtiğimiz aylarda gönderilen iki fotoğraf üzerine yazmaya karar vermiştim. Nasip bugüneymiş.
Birinci fotoğraf Şeyma Aktürk’ün gönderdiği lila renkli bir evin duvarını ve çok da eski olmayan kapı ve pencereleri gösteren fotoğraf. Anadolu’nun birçok yerinde görebileceğiniz türden bir yapı aslında. Küçük küçük süslemeler, fotoğrafın her iki tarafına yerleştirilmiş, çiçekler ve pencere önlerine konmuş çiçek saksıları ne kadar da sıcak duruyorlar değil mi?
İkinci fotoğraf Emre Demircan’ın gönderdiği tarihi evler ortasında yer alan camii ve hamam kubbelerini gösteren fotoğraf. Fotoğrafa bakınca insan sanki başka bir dünyaya doğru kanatlanıp uçuyor. Pencereler, kapılar, çatılar, renkler, yerleşim şekilleri insanı ne kadar derinden etkiliyor değil mi? Emre kardeşimiz fotoğrafı çok iyi bir noktadan çekmiş. Bilgisayarda yaptığı küçük renk oynamalarıyla da tarihi dokuya uygun bir renk formu oluşturmuş.
Maide Akat bize Mevlana diyarı konyadan bir fotoğraf göndermiş. En başta şunu peşinen teslim etmeliyim ki; fotoğraf semazenin ruh dünyasını çok iyi yansıtmış. Şöyle ki, şemazenin şahsında derviş, etrafından, olaylardan, insanlardan ve varlıklardan soyutlanma ameliyeseni gerçekleşirmek için döner. Bulutlarla kaplanmış uçsuz bucaksız gökyüzü ve sade semazen fotoğrafı bu bakımdan anlam bütünlüğü içinde olmuş. Daha güzel çekilebilir miydi? Elbette çekilebilirdi. Biraz daha yatay bir açı, belki semazenin yüzünü baktığın taraftan bir açı daha iyi olabilirdi. Ancak bu haliyle bile güzel bir fotoğraf.
Yaklaşık bir yıl önce yine bir okurumuzun gönderdiği bir ateş fotoğrafıyla ilgili şu küçük notları düşmüşüm. ‘Uzun pozlama gerektiren fotoğraflar görsel etkileri bakımdan insanların her zaman ilgilerini çeker. Kimi zaman fotoğrafta ne olduğunu anlamaya çalışırken, kimi zaman nasıl çekilmiş olduğuna kafa yorarlar. Kimi zamanda bu fotoğrafta olduğu gibi ışık oyunlarının kıvrımları arasında gezdirirler insanı. Ancak bu kareyi yatay değil de dik olarak çekseymişsin çok daha güzel olacakmış. Çünkü ateşin incelip havaya doğru kaybolduğu üst kısmı burada kesilmiş. Onu da göstermek en iyi seçim olurdu.’
Hilal Atabaş’ın gönderdiği ateş fotoğrafını görünce hemen yukardaki yazdıklarım aklıma geldi ve küçük bir araştırmayla o fotoğrafı ve yazdıklarıma tekrar baktım. Hilal hanımın fotoğrafı birçok bakımdan artısı olmasına rağmen tepe kısmından kesilmeseymiş çok daha iyi olurmuş. Bu tür fotoğrafları çekerken biraz daha geniş bir kadraj seçmek çok daha iyi olur. O zaman karanlık içinde ateşin varlığı çok daha anlamlı şekilde görünecektir.
Geleneklerimiz, adetlerimiz, kültürümüz ne kadar da zengin. Dünyanın her tarafında hemen hemen birbirine benzer bir şekilde hazırlanan kahve ülkemizde adeta kendine has bir tarza bürünmüştür. Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür.
Bunun gibi kendi geleneklerimizi yansıtan fotoğraflara hep özel bir ilgi duyarım. Bu yüzden Ferdanur Enişer’in fotoğrafı da hemen ilgimi çekti. Ferdanur, közün üzerinde bakır cezvelerde kahveleri ne güzel de köpürtmüşsün öyle! Közün kor halini iyi bir şekilde gösteren bir açı ve iki cezvenin kareye yerleştirilmesi fotoğraf üzerinde çalıştığın hissini veriyor. Arkadaki cezvenin sapını kesmeseymişsin daha iyi olacakmış sanki. Ama kahveler çok güzel!..
Ayşegül Şanlıoğlu’nun gönderdiği fotoğraflar da olmasa kar yüzü görmeden kışı geçirecektik herhalde. Gönderdiği diğer fotoğrafları da göz önüne alarak söylemek gerekirse konu seçiminde sıkıntı çekmiyorsun. Ancak seçtiğin konuları çekerken bazen ana konunun ne olması gerektiği noktasında karar veremediğin hissine kapıldım. Bir de kadraj seçim ve tercihlerinde kendini daha da geliştirmelisin. Mesela bu fotoğrafta sağ tarafa doğru daha geniş bir boşluk bıraksaydın çok daha iyi olurdu. Işık ayarı konusunda da bir sıkıntı var. Gökyüzü çok aydınlık çıkmış. Herhalde elindeki makineyle bunu ayarlama imkanın olmadı.