
Günümüzün materyalist/maddeci dünyasında, nefsânî câzibeler tahrik edilmekte, nice insanlar mânevî tehlikelere karşı kendilerini îkaz ve irşâd edecek bir rehberden mahrum oldukları için, selde sürüklenen kütükler misâli istikâmetini kaybetmektedir. Nice menbâ suyu sâfiyetindeki gönüller, ilâhî hikmet ve hakîkatlerle yönlendirilmediği için, bataklıklara akarak zâyî olmaktadır. Dünyevî ve nefsânî câzibelere aldanarak gaflet ve dalâlete sürüklenenlerin hazin hâlini, Mevlânâ Hazretleri şöyle tasvîr eder:
“Allâh’ın imtihan tuzağı, dünya malı (ve saltanatı)dır. Dünya, gâfili sarhoş eder, aldatır. Dünyaya gönlünü kaptıranların kalp gözü âmâlaşır. Çünkü onlar (gafletlerinden dolayı menbâ suları dururken) balçıktaki acı ve tuzlu suyu içerler.”
Yanlış mecrâlara kayan, yorulan ve bunalan ruhların tedâvisi, hakkı ve hayrı görecek olan gönül gözlerinin açılması ve kalplerin ihyâ olması ise; ilâhî hikmet ve hakîkatlerle süslenmiş, diri bir gönül âlemine sahip olan Allah dostlarının izini tâkip etmekle mümkündür. Hak dostu Mevlânâ Hazretleri bu hakîkati de şöyle ifâde eder:
“Allah ile beraber olmak isteyen kişi, velîlerin huzûrunda bulunsun. Velîlerin huzûrundan uzakta kalırsan, helâk oldun gittin demektir.”
“Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer.”
İşte gönüllere mânevî bir diriliş vesîlesi olan hikmet ise, içinde yaşadığımız bu sebepler âleminin her varlığında ve meydana gelen her hâdisedeki sebeplerin kendisine bağlı bulunduğu aslî ve sırrî sebebi fark edebilmek; böylece eserden müessire, sanattan sanatkâra intikal edebilmektir. Her şeyde mevcut olan ilâhî mesajları alabilmek, böylece ilâhî imtihanın şifrelerini gönül âleminde çözebilmektir. Müsebbibü’l-esbâb, yani bütün sebepleri halk eden Cenâb-ı Hakk’a varamayan her idrak hamdır, her anlayış noksandır. İdrâkin olgunluğu da, her varlık ve hâdisedeki murâd-ı ilâhîye dikkat kesilmeye bağlıdır.
Bunun için, hikmetli söz ve davranışlarla tefekkürde derinleşerek iç âlemi ihyâ etmek zarûrîdir. Mü’min, bu sâyede kulluk şuurunu canlı tutabilir. Yine bundan dolayıdır ki, peygamberlerin tebliğ ve tezkiye ile birlikte en mühim vazifelerinden biri de, Kitap ve “Hikmet”i öğretmektir.